Bekleme, Gelmeyeceğim!

“Ne hasta bekler sabahı

Ne taze ölüyü mezar

Ne de şeytan bir günahı

Seni beklediğim kadar.”

Şiirin keskin kalemi, üstat Necip Fazıl Kısakürek o ünlü şiirinde böyle başlıyordu söze…. Kimi nasıl bu kadar büyük bir aşkla sevmiş, bu kadar büyük bir özlemle beklemişse!..

Beklemek hangimize uzak bir kelime ki?.. Hayatımız her aşamada, her saatte, hep birilerini bekleyerek ve birilerini bekleterek geçmiyor ki?..

Beklemek ve bekletmek aynı eylemin iki ucundaki kişiler. Bir tren yolculuğu düşünün, bir bekleyen var, bir de bekleten. Tabii en kötüsü, bir bekleyeninizin olmaması…

Aslında bekletiliyoruz diye hiçbirimizin şikayet etmeye hakkı yok. Çünkü biz tam 9 ay bekletmişiz o en sevdiğimiz iki insanı: anne ve babamızı. Kimbilir, o dünyanın anlamakta güçlük çektiği anne sabrı, bebeğini beklerken gelişmiştir.

Sonra hayat bizi ve sabrımızı bekleterek sınamaya başlar. Okul sıralarında, teneffüs zilini bekleriz. Karne alacağımız günü bekleriz. Diplomayı bekleriz. Bir bankada, bir devlet dairesinde sıranın bize gelmesini bekleriz. Bir belgeye imza atacak olan müdürün telefon konuşmasını bitirmesini bekleriz. Maç kuyruğunda içeri gireceğimiz anı bekleriz. Durakta otobüs bekleriz. Yağmurlu bir havada boş bir taksi bekleriz. Annemizin en çok bizi sevdiğini, babamızın bizimle gurur duyduğunu duymayı bekleriz.

Umuttur hayat. Piyangoda büyük ikramiyeyi bekleriz. Tuttuğumuz takımın şampiyonluğunu bekleriz. “Bekle bizi Avrupa” sözüyle zafer sarhoşluğunun keyfini çıkaracağımız anı bekleriz. İş başvurularımızı kaçıncı kez yapmışızdır aldırmadan, “işe kabul edildiniz” haberini nefesimizi tutarak bekleriz. Sonra zam bekleriz, terfi bekleriz, ikramiye bekleriz.

Yüreğimiz beklemediğimiz bir zamanda birine tutulmuştur; o kişinin tek bir gülümseyişle, bir selamla, bir konuşmayla bırakın duygularımıza karşılık vermesini, bir umut ışığı göstermesini bekleriz, kalbimiz küt küt atarak. Arkadaşlık, flört, derken evlilik teklifini yapar, bu teklife vereceği cevabı bekleriz. Biliriz ki bir “evet” bize dünyayı bağışlayacaktır.

İşteyken zaman geçmek bilmez, saatimize bakar, eve, ailemize kavuşacağımız anı bekleriz. Sonra başa döner; o 9 ay beklettiğimiz gibi, bekleriz yavrumuzu kucağımıza alacağımız anı. Ondan sonra hayat bizim için başka bir yörüngede devam eder; dünyanın merkezinin evladımız olduğu… Onun emeklemesini, yürümesini bekleriz; okula başlamasını, mezun olmasını. İşe başlamasını, mürüvvetini… Hatta torunumuzu kucağımıza alarak “ikinci bahar”ı yaşamaya başlamamızı… En çok da karınızı beklersiniz. Bir türlü sizinle aynı zamanda hazır olamayışını, önce kızarsınız, sonra alışırsınız söylene söylene….

Canımız sıkılır evde, yalnızlık kötüdür, bir kapı zilinin çalınışını, bir yakınımızın, bir dostumuzun bizi ziyarete gelişini bekleriz. Uzaklardaki bir yakınımızdan güzel bir haber bekleriz. Ana haber bültenlerinde enflasyonun düştüğü, ekonomik göstergelerin iyiyi gösterdiği güzel bir haber bekleriz.

Zaman hızla geçer bu sırada. Yaşlılık, hastalıklar, düşkünlükler… Yaprak dökümü başlar. Önce dedemizi, sonra anne ve babamızı kaybetmişizdir. Artık sıra yaşıtlarımıza, arkadaşlarımıza gelmiştir. Her gün birinin ölüm haberini alırız, gitgide alışarak. Korkular başlamıştır içten içe. “Acaba sıra kimde?” diye… Yahya Kemal’in ünlü Sessiz Gemi şiirinde olan olmuştur. “Artık günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan / Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yok / Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol”

Sonra birden bir şey olur; güneş yüzünü hafiften de olsa gösterir, yüzümüzü ısıtarak… Gazetelerde bir güzel haber, sevdiğiniz bir güzel şarkı, bir şiire tutunursunuz. Çocuğunuzun sizden bir şey istiyor olmasında, köpeğinizin size bir evlat gibi bakışlarında, bir kuş cıvıltısında, takımınızın kazandığı bir maçta, eşinizin sizin için hazırladığı bir tas çorbada, bir çiçeğin kokusunda anlarsınız ki, hayat size sunulan en büyük armağandır ve bir anı bile her şeyden güzeldir.

O zaman yüzünüzden alaycı bir gülümseme geçer ve “biraz da sen bekle” dersiniz Azrail’e…

“Gelmeyeceğim!”

Saygılarımla.

Nejat Gümüş

8 Kasım 2015, İstanbul

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.