Beni Bu Havalar Mahvetti!...

“Beni bu güzel havalar mahvetti,

Böyle havada istifa ettim

Evkaftaki memuriyetimden.

Tütüne böyle havada alıştım,

Böyle havada aşık oldum;

Eve ekmekle tuz götürmeyi

Böyle havalarda unuttum.”

Şair Orhan Veli’yi olduğu gibi beni de bu havalar mahvetti…

Havalar bu sıralar tam da İstanbul’dan kaçılacak gibi… Bir memleketi olsa insanın, doğup büyüdüğü… Çocukluğuna tekrar döneceği. Memleketinde bir evi olsa; evin yakınında komşuları, akrabaları. Büyükannesi, dedesi. Arkadaşları. Gazoz aldığı bakkal, kunduralarını boyattığı boyacı, sıcak ekmek aldığı fırın… Herkes orada olsa. Ama en çok da annesi. Annesi mutfakta olsa. Daha içeriye girmeden miss gibi yemek kokuları sarsa etrafı. Karnın da kurtlar gibi aç olsa. Biraz kızarak, ama sevgiyle baksa annen sana. Sarılsan, bir daha bırakmamak üzere. Koklasan… Doya doya.

Yola çıksan sonra. Rüzgara karşı bisikletle yarışsan. Ne terlersin, ne de üşürsün. İşte özgürsündür. Dünya senindir adeta. İşte belki de huzur, belki de mutluluk budur.

Şimdi oralarda olup o sessizlikte, o evlerin arasında bisiklete binmek ne kadar da güzel olurdu. İstanbul’dan uzakta, dertlerden uzakta bir an için özgürleşme, doğanın huzur veren rahatlatıcı kokusunu hissetme… Ne güzel olurdu o eski çocukluğumuzu bulmak, arkadaşlarımızı bulmak, dertler küçülür, amaçlar ise hep büyümek olurdu…

Eskiye ve geriye gitmek ne güzel olurdu. Neden mutluluklar hep geçmişte ya da neden hep geçmişe baktığımızda mutluluklar orada.

Günler gelir geçer, anlar gelir biter. Sonra bir bakmışın ki artık sende eski yerinde değilsin… Belki içimizdeki çocukluğumuzdu bizi sürekli geçmişe baktıran, belki de günümüzün stresli hayatıydı gözlerimizi geçmişe yönlendiren. Günümüzdeki insanların özellikle büyük şehirlerde yaşayan büyük çoğunluğun bunalıma girmesine neden olan işte bunlardan birisidir.

Bizler hep mutluluğu arayıp duruyoruz; çoğunlukla da hep yanlış yerlere bakıyoruz. Ufacık anlık aldatmacalara düşüyoruz.

O kadar çok çalışıyor, o kadar çok iş odaklı yaşıyoruz ki işimizle evleniyor onunla flört eder hale geliyoruz. Kendimize vakit ayırmayı unutuyoruz. Etrafımızdaki güzelliklerin farkına varamıyoruz. Böyle anlarda hep geçmişe bakıyor geçmişte yaşadığımız mutlu dolu anları, arkadaşlıkları, sevgileri arıyoruz. Bu arayış içinde bunlara tekrar sahip olabilmeyi isterken aslında daha da uzaklaşıyoruz kendimizden ve de mutluluklardan.

Kaçımız tek başına doğa yürüyüşüne gitti, kaçımız tek başına denizde kıyıdan yüz metrelerce uzakta yüzdü, kaçımız tek başına bir deniz kıyısında kitap okumayı seçti, ya da kaçımız sevgisini dile getirdi, kaçımız…

Geceleri gökyüzünü izlerim kendi yalnızlığımı daha çok hisseder acizliğimi görürüm. Bazen de gündüzleri bulutları bir şeylere benzetir çocukluğuma dönerim. Akşamüstleri ise çimlere yatar batan güneşi izler güzel günleri getiririm aklıma. Yine gece olur yakamozu izler yaşamı sorgular daha da çok yalnızlaşır, geçmişin hesaplarını yaparken bulurum kendimi. Geçmişime üzülür geleceğimden endişelenirim. Sorgulamalar hiç bitmez hayatımdan, anlam veremem bu dünyanın ve insanın düzenine. Ararım hep yanımda bir dost, bir sevgili. Ama bir bakarım ki dün yanımda olanlar, yok oluvermişler bugünde. Üzülürüm verilen emeklere, bağlanılan umutlara ve hayallere.

Bazen tüm geçmişi ve tüm duyguları geride bırakarak gitmek isterim buralardan…. Sadece anılar yeter bana. Bazen, “Gerçek hayat, gerçek insanlar bunlar değil” diye tüm dünyaya kafa tutmak isterim.

Ve bazen sadece susmak isterim. Sessizliğin tüm soruların cevapları olduğunu bilirim…

Hayat bazen bizi olmak istemediğimiz kişiler olmamız için zorlar durur. Ve bu olduğunda biz genellikle eskiden olduğumuz o küçücük parçaya tutunmaya çalışırız. Belki bir oyuncağa, belki çocukluk anılarımıza, belki bir eşyaya… Küçücük bir yadigâr bize “gerçekte kim olduğumuzu” hatırlatır. Ama şirketleştirilmiş bir dünyanın içine itildikçe ve çevremizi kurtarma hayalimizden uzaklaştıkça o yadigâra daha da sıkı tutunuruz. Ve hiçbir zaman olmak istediğimiz yerde olamayız.

Hayatımızın en mükemmel anlarını ille de kendi elimizle yaratmamız gerekmiyor. Bunlar aynı zamanda bizim başımıza gelenler de olabiliyor. Hayatımızın akıbetini etkilemek için harekete geçemeyiz demiyorum. Harekete geçmemiz gerek ve geçeriz de. Ama şunu unutmamak gerekir ki herhangi bir gün, evden dışarıya adımımızı atarız ve tüm hayatımız sonsuza kadar değişebilir. Yaşamın bir planı vardır çünkü…

Ve o plan sürekli hareket halindedir. Bir kelebek kanatlarını çırpar ve yağmur yağmaya başlar. Korkutucu bir düşünce olsa da aynı zamanda harikadır da. Makinenim tüm o küçük parçaları biz tam olarak olmamız gereken yerde tam olarak olmamız gereken zamanda bulunalım diye sürekli çalışır. Doğru yerde, doğru zamanda. Hayatımızdaki büyük şeylere neden olan bir sürü küçük şey vardır. Tüm o ufak şeylerin bizi götüreceği yeri ve buna ne kadar minnettar kalacağımızı bilseydik eğer yine aynı şimdiki düşünce tarzımızla yaşar mıydık?

Son sözüm; mutluluğun aslında ayrıntılarda ve bardağın dolu kısmında olduğu düşüncesini benimsemeyi bilmeli hayatın aslında istenirse bir oyun parkı olduğunu anlar hale gelmeliyiz. O ayrıntıları aramak, görmek ve stratejilerle oluşmuş insan ilişkilerinden uzaklaşmak dileğiyle…

Saygılarımla.

Nejat Gümüş

İstanbul, 27 Haziran 2014

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.