“Anne, gezindiğin bağ; baba, yaslandığın dağ” demişler…
İnsan sırtını kime yaslar? Güvendiği birine. Hayat boyu sırtını kime yaslar? En güvendiğine… Demek ki baba demek, güven demek. Destek olmak demek.
Hah, tam da buyuz işte! Destek olan.
Klasik roller var. Annelerimizin ya da büyükannelerimizin ev kadınlığı yaptığı, dışarıda çalışma işini ise babalara bıraktığı bir kültürden geliyoruz. Yani evi geçindirme sorumluluğu babadadır. Günümüzde her ne kadar kadınlar da artık büyük ölçüde çalışma hayatının içerisine girip eve ekmek getiriyor olsalar da, yine de asıl görev erkeklerde. Kadının çalışmama gibi bir lüksü var, ama erkeğin yok.
İşte bu noktada, erkeğin birinci derecede odaklandığı yer işi oluyor. Evleniyor, barklanıyor, çoluk/çocuk sahibi oluyor ama hayatının merkezinde hep işi var. Çünkü çalışmayan erkeğin kimseye hayrı dokunmuyor. Çünkü işi olmayana eş de vermiyorlar, ev de vermiyorlar.
Belki çok sert olacak ama işin en gerçekçi ifadesi şu olmalı: Erkeğin işi yoksa, onuru da yok.
Eşinden, çocuğundan başlayarak tüm topluma sıçrayan görünmez yargı bu.
Bunun farkında olan adamın psikolojisini bir düşünün. Gazetelerde okuyorsunuzdur, iflas eden işadamı kendini Boğaz’ın serin sularına bıraktı, intihar etti gibi haberleri… Düşünün ki, o noktayı hayatın bitim noktası görüyor. Çünkü böyle sorumluluklarla donatılmış.
Bir de ekonomik hayatın şu tarafına bakalım. Malum, nüfus artışımız çok. Gittikçe işsizler ordusu da çoğalıyor. Böyle bir durumda iş bulmak daha da zorlaşıyor. Bazen biz de firmamız insan kaynakları için ilan veriyoruz; mesela bir makine mühendisi alacağız, en az yüz tane başvuru var. İnsan üzülüyor, dışarıda kalacak olan 99 genç için. Herkesin bir işe ihtiyacı var. Ne diyelim, Allah yardımcıları olsun.
Diyeceğim şu ki, bir kadın anne olduğunu hissettiği an, bebeğini kucağına aldığı an ne hisseder? Mutlaka, yavrusunu emzireceğini, doyuracağını, altını temizleyeceğini, onu nasıl sevgi ve şefkat ile koruyacağını düşünür. İyimserdir. Bu yüzden çocuk ile anne arasında masum ve sevgiye dayalı bir ilişki kurulur.
Ya baba?.. “Müjde, baba oldun” sözü ile birlikte hayatın acımasızlığı, geçim sorunu ve daha bir yığın şey gözlerinin önünden geçer. Onun ihtiyaçlarını layıkıyla karşılayabilecek midir, iyi okullarda okutabilecek midir, iyi bir istikbal verebilecek midir, bisikletini, oyuncağını, bilgisayarını alabilecek midir?.. Endişe ve korkular peş peşe gelir.
Ve o günden sonra baba artık çocuğu ya da çocukları için yaşamaya başlar. Onlar için üretmeye, onlar için azar işitmeye, onlar için mesaiye kalmaya, onlar için evinden, ailesinden, yuvasından günlerce uzak kalmaya…
Yerin yüzlerce metre altında uzun saatlerdir gün ışığından ayrı kalan, zift bir ortam soluyan madenciyi orada tutan çocuklarıdır.
Gece bekçisini herkesin sıcacık yatağında uyuduğu saatlerde o kış ayazına mahkum eden, uykusuz bir geceyi tamamlatan da çocuklarına götürmesi gereken sıcacık bir ekmeğin hayalidir.
Muhasebeciyi milyonluk rakamlar arasında oynarken ve o rakamların binde birini kendine maaş olarak alırken dikkatini dağıtmayan da çocuklarına karşı duyduğu sonsuz sorumluluk duygusunun verdiği güçtür.
Yüzlerce çocuğu hayata hazırlarken, onlara doğruluk ve erdemi öğretirken geçim zorluğu çektiği için durakta abonman, pazarda limon, metro girişinde mendil satan öğretmenin, o sırada bir öğrencisi ya da bir öğrenci velisiyle karşılaştığında kızaran yüzünü tekrar gülümseten de çocuğuna vereceği bir oyuncağı alabilmiş olmasıdır.
Dışarıda ekmek aslanın ağzında ve bu vahşi aslanın midesine uzanan o babanın eli, o canavarla nasıl mücadele eder, nasıl kapar, bunu bilen yok. Baba parayı nasıl kazanır, günü nasıl geçer, neler yaşar bilen yok. İşte bu telaş, yorgunluk ve tükenmişlikten sonra eve gelen babada çoğu zaman ne çocuğunun saçını okşayacak enerji, ne eşine güzel söz edecek moral kalıyor.
Derler ki, “erkek bulur, kadınsa onu güzelleştirir.” Bir de başka bir şey söylemişler: “Erkek dünyayı, kadınsa erkeği parmağında çevirir” diye… Dünyanın insanlık tarihi, uygarlık tarihi de böyle başladı, böyle devam ediyor. Tekerleği icat eden, ateşi bulan insan, bugün baş döndürücü bir hızla teknoji dünyasında takip edemeyeceğimiz hızlı değişimleri sunuyor. Erkek egemen iş dünyasında büyük açılımlar, büyük yatırımlar, büyük transferler var. Dev gibi şirketler kuruluyor, dev gibi ortaklıklar oluşturuluyor. Dünya küçük bir köy oldu, her gün yeni pazarlar arayışındayız. Amerika’da üretilen bir bilgisayar aynı gün elimizde olabiliyor. Daha çok çalışıyor, daha çok üretiyoruz. Neredeyse işkolik olduk, deli gibi çalışıyoruz. Emekli oluyoruz, başka bir işte çalışmaya devam ediyoruz. Çocukları tatile, yazlığa gönderiyoruz, biz yine çalışmaya devam ediyoruz.
Çalış, çalış, çalış!
İşçisinden memuruna, sendikacısından sanayicisine, sanatçısından sporcusuna kadar bütün bu amansız savaş, bütün bu delicesine yarış, bütün bu kazanılan paralar, girilen borçlar, çekilen krediler, heyecanlandıran yatırımlar, yemeyip/giymeyip yapılan tasarruflar, her şey ama her şey onlar için.
Masum bir gülümsemesiyle, “ba-ba” diyen sesiyle içimizi bir anda ısıtan o hayatın muhteşem varlıkları, çocuklarımız için.
Onlara daha iyi bir gelecek bırakmak için.
Bütün kaygımız da, bütün tutkumuz da, bütün korkumuz da, bütün umutlarımız da bunun için.
Bize dünyanın en değerli payesini armağan eden, tüm yaşadıklarımızı katlanılır kılan biricik varlıklarımız, çocuklarımız için.
Babalar Günü’müz kutlu olsun!
Saygılarımla.
Nejat Gümüş
İstanbul, 12 Haziran 2014