Ben Onu Çok Sevdim...

Hem de öyle şartlarda sevdim ki, imkansızlıklara, beklentisizliklere rağmen… Hayal kurmadan, ummadan, karşılık beklemeden sevdim. Unutmadan sevdim onu.

Seveceğimi bilmeden, sevmek için yola çıkmadan sevdim.

İnsan hayatı kurgulayamıyor. İşe dair, çoluk-çocuğa dair, eğitime dair birçok görüşü, pek çok planı oluyor ama yürek mevzuunda her seferinde hazırlıksız yakalanıyor.

Evinizin eşyasını değiştirmeniz gerekiyor diyelim ki… Ya da bir üst modeli çıktı cep telefonunuzun, aklınız onda. Bu tür değişiklikleri ya ihtiyacınız olup olmadığına göre, ya da imkanınıza göre yaparsınız. Ya da yapmazsınız, ertelersiniz. Oğlunuz araba istedi, kızınız oyuncak istedi, “evladım, şimdi durumumuz müsait değil, ama söz, yaz başına alırım” diyebilirsiniz.

Ne var ki, akla söz geçirdiğiniz gibi kalbe söz geçiremiyorsunuz. Üstelik kalp öyle yürekli, öyle cesur ki, en imkansızı istiyor.

İmkansız ne mi? Yasak olan, günah olan, haram olan, sakıncalı olan her şey. Uygun olmayan her şey. Yaşı yaşınıza, boyu boyunuza, huyu huyunuza denk olmayan… Medeni hali medeni halinizi, konumu konumunuzu tutmayan….

Eğer bunlar bile imkansız yapmıyorsa onu, daha ötesi var!.. Bakalım onun aklı kimde, onun kalbinde kim var? Onun hayallerini nasıl biri, nasıl bir hayat süslüyor? Sevmeye hazır mı? Bu kadar imkansızdan bir imkan çıkaracak kadar gözü kara mı onun? Olayın bir de bu tarafı var.

Yani imkansızın karesi varken hayatınızın tam ortasında, sevmeye hazır olabilir misiniz? Hangi mantık, hangi akıl, hangi yaşanmışlık, hangi dünya görüşü, hangi servet, hangi güç bu şartlardan bir pembe panjurlu ev hayali yaratabilir?..

Diyelim ki hayaller bedava, gerçeğinin yanına yaklaşmak mümkün müdür?

İnsanın bir “gel”i vardır, bir de “git”i… “Gel” duyguları, “git” aklı temsil eder. Kalbin gel dediğine akıl git der, kendince mantıklı nedenlerden dolayı… İnsanlar hangi taraflarıyla hayatı yaşamayı seçmişlerse ona uygun karar verirler. Mantık adamları akla uygun hareket ederler, duygusal insanlar da kalplerine göre… Benim gibi bazıları da akıl ile mantığı iyice karıştırırlar. Akıl neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilir de kalbe söz geçiremez. İşte o yüzden böyle bazı insanlara “gel-git akıllı” diyorlar. Med-cezir gibi yani. Ayın hareketine göre suların kabarıp alçalması hareketi gibi bir anlamda. İnsanda bu durumu yaratan, yani yüreğin kabarıp normale dönmesi işini yapan da çoğu zaman bir “ay yüzlü güzel” oluyor.

Ne güzel söylüyordu Erol Evgin:

“Bir yumak sarar gibi geçtim acılardan
Bir kilit yüreğimde, bir demir kapı
Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerlerdeyim
Belki de aşk dediğin erişilmez olmalı
Sensizlik bir ok gibi canıma saplanmalı
Coşmalı yanardağlar, kasırgalar kopmalı
Aşkın bir zehir gibi kanımda dolaşmalı
Elbette aşk dediğin böyle olmalı

Ben imkansız aşklar için yaratılmışım
Ne kavuşmayı bilirim ne unutmayı
Kayboldum kuytusunda yalnızlıkların
Yaşadım en karasını sevdaların”

İmkansızı istemek neden bu kadar tutku verici dostlar? İnsanın tehlikeli sularda gezinmesi neden bu kadar keyifli. Doğamızda, genlerimizde mi var zor’un peşinden koşmak? Adem ile Havva’nın cennetin yasak meyvesi yemesiyle başladı dünyadaki serüvenimiz, hala devam ediyor. Onca acıya, onca yenilgiye, onca yalnızlığa rağmen uslanmıyoruz demek ki… Bizi yasaklardan alıkoymak için yüzlerce peygamber, dört büyük kitap, yüzlerce ayet geldi, insanoğlu hala günahkar…

Sevmek günah mı peki? Neresi günah? Ne yaparsan günah? Ne kadarı günah? Bağışlanması mümkün mü acaba?

Hangimiz sevmedik? Hanginiz sevmediniz? Hanginizin yüreğinde bir sızı dolaşmıyor? Hanginizin hayatında yarım kalmış bir şey yok? Hanginiz bir ses, bir koku, bir anı, bir eşya, bir küçük iz yakaladığınızda iç çekmiyorsunuz?

Hanginizin mahşere sakladığı bir yarım kalmış hikayesi yok?..

Neden şarkılar bu kadar içli gelir, neden bir şiir, güzel bir söz, bir filmin sadece bir tek sahnesi bizi eritmeye, ağlatmaya yeter?

Neden her gün onaylanmak isteriz? Güç sahibi olmak bu kadar önemli gelir? Taltif edilmek, beğenilmek gibi bitmek bilmeyen bir özgüven sorunu yaşarız?

Ve neden hepimiz kendimizi deli gibi çalışmaya vururuz? Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışırız ve yaşamayı ha babam erteleriz?

Bu kadar unutmak isteyip de unutamamak nasıl bir sevgidir? Nasıl bir çıbandır, nasıl bir kalp ağrısıdır?

“Unutmam” lazım deyip yüzlerce yemin ettikten sonra, bir küçük izde yemini bozmak nasıl bir çaresizliktir?

Dünyaya akıl verirken kendimize söz geçirememek neyin nesidir?

Bu sorular o kadar çok ki dostlar, o kadar çok ki… Sırf bu soruları sormak bile uykusuz geceler geçirmenize yetiyor. Cevapları mı? Onları bulmaya galiba ömür de yetmeyecek…

Ben O’nu çok sevdim gerçekten. Umutsuzca, çıkarsızca, hesapsızca, karşılık beklemeden, hayal kurmadan, plan yapmadan, yasakları delmeden, günah işlemeden. Kendi içimde, gizlice, masumca, çocukça. Ama çok!..

Ben O’nu çok sevdim.

O kim mi?..

Gözlerinizi dış dünyaya, kulaklarınızı seslere kapayın; elinizi kalbinizin üstüne koyun, derin bir iç çekin, ağzınızdan hece hece çıkacak ilk isimdir O.

Senin, benim, onun, herkesin hayatında “ben onu çok sevdim” denecek biri var.

Merak etmeyin, sırrınız ve kapanmayan yaranız sizde kalacak.

Yalnız sizin ve Allah’ın bildiği, belki onun bile bilmediği…

Saygılarımla…

Nejat Gümüş

26 Eylül 2014, İstanbul

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.