Firuze

Önce bir yerlerde kulağıma çalındı. Melodisi bir yerlerden tanıdık geldi, “ben bu şarkıyı nereden biliyorum?” diye düşündüm. Hem bildiğim bir şarkı gibi, hem yeni bir şarkı gibi. Sordum, öğrendim ki, “Firuze”ymiş… Hani çılgın dahi Aysel Gürel’in sözleri, Atilla Özdemiroğlu’nun bestesi olan ve Sezen’den dinlediğimiz o unutulmaz şarkı. Sanırım 80’li yıllardı o zamanlar. Hatırladığım kadarıyla da “Yılın Şarkısı” seçilmişti pek çok kuruluş tarafından. İşte o Firuze şimdi Jasmin Levy diye bir kadın tarafından seslendiriliyordu. Libertad isimli bir albümdeymiş, aldım arabamda dinliyorum sık sık…

Jasmin Levy’yi belki daha önce de dinlemişsem de kim olduğunu bilmeden dinlemişimdir. Firuze’yi kendi dilinde seslendiriliyordu, yalnızca Firuze adı tanıdık geliyordu. Ama şarkıyı bildiğimizden biraz farklı söylese de öyle muhteşem bir yorum katıyordu ki, bu hüzünlü sesin sahibini tanımak istedim.

Jasmin Levy’nin babası Manisa’da doğmuş. İsrail devletinin kuruluşundan sonra radyoda koro şefliği yapmak üzere İsrail’e dönmüş. İki yaşında babasını kaybeden Jasmin’i annesi büyütmüş. Altı yaşında piyano çalmayı öğrenen sanatçı, 20 yaşında ciddi anlamda şarkı söylemeye başlamış. Kısa sürede uluslar arası bir şöhret sahibi olmuş.

Ülkemizde de konserler veren Levy, Türk müziğini de ilgiyle takip ediyormuş; İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay ve Sezen Aksu’yu çok beğeniyormuş. Hatta geçtiğimiz yıl Aysel Gürel’e Saygı albümünde yine Atilla Özdemiroğlu’na ait Sevda isimli şarkıyı da yine kendi dilinde söylemiş. Şimdi dünya starı Jasmin Levy’nin muhteşem sesinden tüm dünya Firuze’mizi dinliyor. Harika bir duygu bu….

Jasmin Levy’den özellikle söz etmemin nedeni şu ki, görüyorsunuz sanat, dünyanın ortak buluşma noktası. Birbirlerinden uzakta farklı kültürlerle büyüyen ve farklı yaşam biçimlerine sahip olan insanlar sanatın sihirli dokunuşuyla aynı duygularda buluşuyorlar. Siyasetin ayrıştırdığı dünyayı sanat birleştirmeye çalışıyor. Müzik de bu duyguların ortak dili olarak ayrı bir yere konuyor. Anlamadığımız dillerdeki müzikleri anlayarak duygulanıyoruz. Rodrigo, İspanya iç savaşından duygulanarak Gitar Konçertosu’nu besteliyor ama tüm dünya o şarkıda bambaşka duygular yaşıyor; aşklarına, ayrılıklarına tercüman ediyor.

İnsan olmanın, insani ortak değerlerle donatılmanın muhteşem zenginliği bu işte. Bir düğüne gidiyorsunuz, gelin ile damat Uruguaylı besteci Gerardo Matos’un bestesi La Comparsita eşliğinde geliyor, Amerikalı Whitney Houston’un şarkısı I Will Always Love You ile dans ediyorlar. Yunan müziği Kasap Havası ile halay çekiyor, Arap müziği ile göbek atıyor, Ankara’nın Bağları ile eğleniyoruz. Gördüğünüz gibi çok ulusluyuz.

İçimizde de pek çok farklı müzik türleri yaratmışız. Balkan müziğinin oynaklığı, Ege müziğinin ağırbaşlılığı, Akdeniz müziğinin coşkusu, Karadeniz müziğinin canlılığı, Doğu Anadolu müziğinin hüznü, Orta Anadolu müziğinin neşesi her kültürü, her coğrafyayı sevmemizi sağlıyor. Roman müziği çaldığında kayıtsız kalan, ceketi beline bağlayıp piste fırlamayan var mıdır? Ya o Kolbastı çılgınlığına ne demeli? Ankara türküleri anında ayaklarınızı yoldan çıkarmaz mı? Havada Bulut Yok Bu Ne Dumandır derken hepimiz sanki oğlunu Yemen’e savaşa göndermiş gibi hüzünlenmez miyiz? Kibariye o kendine özgü hançeresiyle “Eller Kadir Kıymet Bilmiyor Annem, Senin Kadar Kimse Sevmiyor Annem” derken annesi aklına gelmeyen, içindeki kırıklığı yüreğine hapsedemeyen, ağlamayan var mıdır?.. “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı”yı dinlerken bir anda hepimiz Çanakkaleli olmuyor muyuz?.. “Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine, Hasret Kaldım Gözlerinin Rengine” şarkısında kim içki meclisinde bir “ah” çekmez ki?.. “Hani Benim Gençliğim Nerde” diyen Ahmet Kaya’yı anlamak için Kürt olmak mı gerekiyor? O hepimizin olmuyor mu? Ya da Jasmin Levy’yi Yahudi olduğu için dinlemeyecek miyiz? Sevmeyecek miyiz?

Ayrıştırma politikacıların işi. Birbirine bir kötülüğü olmayan toplumları ve onların yeni büyüyen hiçbir şeyden habersiz çocuklarını düşman yapmakla büyük günah işliyorlar. Oysa aslında biz ekmeğimizi onlarla paylaşıyoruz. Evet evet, yalnız komşumuzla değil, tanımadığımız insanlarla. Nasıl mı?

Kiltaş hammaddesini Guyana’dan alıyor. Taa Güney Amerika’dan. Onu Türkiye’de, Türk insanlarının elinde işliyor; ateşe dayanıklı fırınlarında kullanmak üzere fabrikalara veriyoruz. O fabrikaların birinde bir fırın üretiliyor. O fırın İtalya’ya satılıyor. İtalyan bir kadın o fırında bir makarna üretiyor ve o makarnayı İran’a satıyor. İran’lı bir kadın o makarnayla karnını doyuruyor, mutlu bir biçimde işine koyuluyor, güzel bir halı dokuyor. O halı İsveçli bir çiftin evlerine gidiyor. İsveçliler balayına Türkiye’ye geliyor. İsviçrelinin bulduğu bir aşıyı Afrikalı kullanıyor ve hastalığı yeniyor. Brezilya kahvesini içiyor, Seylan’dan çayımızı getirtiyoruz.

Böyle bir örnekte gördüğünüz gibi biz dünyanın tüm insanları aslında kocaman bir aileyiz. Hepimiz bir boşluğu dolduruyor, dünyayı daha yaşanır kılmak için çalışıyoruz.

Dünya gitgide küçülüyor, sınırlar kalkıyor ve birbirimize şarkılar söyleyerek ilerliyoruz.

Geleceğin daha güzel ve barış içerisinde olması; müziğin sesinin hiç kısılmamasını diliyorum.

Saygılarımla.

Nejat Gümüş

20 Mart 2014, İstanbul

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.