Akşam Hep Erken Gelirdi Çoçukluğumuza...

Çocuk, çocukluk edecek kimsesi kalmadığı zaman büyürmüş… Hepimiz annemizi/babamızı kaybettiğimiz zaman, evimize akşamın geliverdiği o gün, erkence oyunları yarım, oyuncakları ortada kalmış çocuklar gibi gittik…

Ansızın yağmur başladı. En tatlı yerindeydik oyunun. Saklanacak ne güzel yerler keşfetmiştik. Kaçacaktık, kovalayacaktık, yakalayacaktık, yenecektik… Sırası mıydı? Gök gürültüleri, şimşekler, patır patır inen deli damlalar, sonra dolu taneleri. Toprağı delecek gibi nasıl da iniyordu deli taneler.

Akşam erkence geliverdi. Yaz günleri uzundu uzun olmasına da, yetmedi. Oyuna yeni başlamıştık. Akşam hep geldi. Günler ne kadar uzarsa uzasın, akşam hep erken geldi. Gözümüz arkada gittik evlerimize.

Soğuklar başladı. Uzun günler geride kaldı. Yalnız çocuklar değildi sokaklara doyamayan, güneş de toprağımıza, göğümüze doyamamıştı. Kurşunî gökler altında, deli dalgalar vururken kıyıya, deniz gri toprak griyken, rüzgar sert haşin eserken, bir oyuncak kamyon, bir kürek kalakaldı uçuşan kumlar arasında. Patlak bir top, kuru dallara takılmış bir uçurtma kalakaldı.

Yarım kalmış da rüyalar uyanmışız gibi, yeniden gözlerimizi yumar gibi akşam hep erken geliverdi.

Çamaşırlar ipte kalır, belki yemek ocakta, izlediğimiz diziler yarım. Uzakların sonunu merak ederken yakın bir sona, sonumuza yakalanıveririz. Söylenmedik o kadar söz, kurulmamış o kadar cümle kalakalır; kalakalır kalem elimizde. Sofraların önünde elimizde kaşık kalırız. İşlerimiz, toplantılarımız, projelerimiz, evraklarımız, kazandığımız ve kazanacağımız o kadar kimlik kalakalır.
Yağmur yağmış gibi, aniden çağrılmışız gibi…

Baharlar ortada kalır, meyve verecek çiçekler dallardadır. Öfkelerimiz dimağlarımızdadır. Hırslarımız, hınçlarımız, kinlerimiz, intikamlarımız sıkılmış yumruklarımızdadır. Akşam gelir, yumruklarımız kendiliğinden, sessizce çözülür. Oysa yaz günleri henüz geliyordu. Tam da yavaş yavaş ısınıyorduk.

Resmimiz henüz bitmemişti ki… Evi boyadık, yeşil bahçemizi, elma ağaçlarımızı. Ağaç dallarına kurduk salıncağımızı, güneşi kondurduk göğümüze. Çiçekleri boyamadık daha, çiçek toplayan kızları ve havuzu. Ya evimizin önünden akıp giden kahverengi yol… Onu da boyamadık. Ama onu zaten boyamayacaktık. Yol olmamalı, gitmek olmamalı. Boyalarımız bitti, resmimiz bitmedi, tablolar yarım.

Ne zaman bindik dönme dolaba, ne zaman indiğimizi sandık? Dönmeye nerede başladık? Başımız dönüyor dönüyor. İnmedik dönüyoruz. Yalnızca daha büyük dönme dolaplara bindik. Zevkleri bitti, telaşı kaldı dönmelerin. Topaçlarımız vardı, döndürürdük. İpi dolar dolardık topacımıza, sonra salardık. Dönerdi, döndürürdük. Topaçlarımızı bıraktık, dönme dolaplara bindik. Döndürülüyoruz. Ve hiç inmeyeceğiz sanıyoruz. Çocuklar biliyorlar ineceklerini, akşam olacağını, eve gideceklerini. Oyunlarının biteceğini. Çünkü onların oyunları, oyuncakları gerçek. Büyüklerin oyunları, oyuncakları yalan.

Yalan oyunlarımızda gölgelerle boğuşurken yağmura yakalanıveriyoruz. Bitmemiş kavgalarımız, kazanılmamış savaşlarımız. Vurup kırıyor, bağırıp çağırıyoruz. Kavgalarını, dünkü küskünlüklerini unutup, bugün yeniden aynı ipe uzanan küçük ellerden, bir topun etrafında aynı kaleyi savunan küçük omuzlardan uzağız.

Bir gün büyüklerin büyük oyunları yarıda bittiğinde, geride büyük küskünlükler, kazananın da kaybettiği büyük savaşlar kalıyor.

Ellerimiz boş, gönlümüz hasret dolu gidiyoruz. Oturamayacağımız evlere baka baka gidiyoruz.

Fark etmiyor yaz ya da kış, uzun günler ya da kısa günler. Ne vakit gitsek yarım bir şeyler kalıyor. Karlar eridiğinde kızağımız bir kenarda kalıyor. Kardan adamımız eriyor, eriyor. Kışa yetişemeden karlar bitiyor.

Oysa emekliliğe ne vardı şunun şurasında. Torunlarla ancak keyfini çıkaracaktık oyunların. Gerçek oyuncakları yeniden ellerimize alacaktık. Gerçek oyunlara dönecektik. Akşam erken geldi. Çağrılıverdik.

Günlerden geriye ellerimizde neler kalıyor? Belki sadece ellerimizle bıraktıklarımız kalıyor. Belki yalnızca onlarla gidiyoruz. Toprağa bıraktığımız fidanlar, tohumlar; gönüllere ektiğimiz ferahlıklar kalıyor. Geriye bir tek rızası uğruna bıraktıklarımız kalıyor.

Birileri var ki, bilmedikleri bir yerden dönmeye başlamıyorlar. Döndürüyorlar topacı, dünyayı. Ellerinde hep oyuncaklar var, gerçek oyuncaklar var. Zevkine varıyorlar oyunların çocuklar kadar. Yap-bozlarını alıyorlar, kıtalar, okyanuslar, ülkeler, dağlar yapıyorlar-bozuyorlar. Şehirler kurup yıkıyorlar. Tahta mandallardan gökdelenler dikip bir parmak fiskesiyle muzip muzip gülerek deviriyorlar.

Akşamı dört gözle, özlemle bekliyorlar. Ve vakit gelip çağrıldıklarında, geride gözlerini arkada bırakacak bir dikili taş bırakmıyorlar.

Geriye toprağa dikili, gönüllere ekili tohumlar kalıyor.

Hayattan bize kalan, ne yaşadığımız bu dünyada; bizden hayata kalan ise ne bıraktığımız ardımızda…

Saygılarımla.

Nejat Gümüş

7 Haziran 2015, İstanbul

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.