Sevgililer Günü yaklaşıyor ve sevgililer birbirlerine hediye alma telaşındalar şimdiden. Her yıl tekrarlanan bu seromoni gitgide kasmaya başlıyor. Bu sefer ne alsam?.. Hele de sıra dışı duyguları sıradan hediyelerle tartmak istemeyenler için gerçek bir kafa yoğunluğu…
Bizim zamanımızda sevgililer günü yoktu ama özel günlerde alınan verilen hediyeler belliydi. Kitap ya da plak. Öyle ya, bir duyguyu, yaşananları ya da yaşanacakları en iyi, en etkili biçimde ya kitaplar anlatır, ya müzikler dile getirir. Mesela, siz sevgilinize belki değerli bir çift kol düğmesi alacaksınızdır, biz Barış Manço’nun Kol Düğmeleri plağını alırdık. Siz pırlanta hediye edeceksinizdir, biz Barbara Cartland’ın Gökteki Yıldızlar isimli kitabını hediye ederdik. O zamanlar ülkemiz bu kadar paraya düşkün değildi. Bizim sizinki kadar takılarımız, aksesuarlarımız, elbiselerimiz yoktu. Ama bizim daha güzel şarkılarımız vardı. Daha güzel şiirlerimiz, romanlarımız vardı. Daha sıcak filmlerimiz, sobalı ama daha sıcak evlerimiz vardı. Daha küçüktü belki hayatlarımız ama daha büyük hayallerimiz vardı. Sahip olduklarımızdan da sizler kadar çabuk sıkılmıyorduk. Gömleklerimiz, pantolonlarımız ve ayakkabılarımız dostluklarımız kadar uzun ömürlüydü. Başparmağı delinen çoraplarımızı annemiz diker, giymeye devam ederdik. Dizleri aşınan pantolonlarımıza dizlik eklenir, bu sefer oyun oynarken giyerdik. Küçülen kazak ve gömleklerimizi kardeşlerimiz kullanırdı. Oyuncaklarımıza gözümüz gibi bakardık. Çünkü attığımızda yenisini alma lüksümüz yoktu. O yüzden oyuncaklarımızla duygusal bağ kurardık. Kız çocukları bebekleriyle dertleşir, biz arabalarımız ya da su tabanlarımızla uyurduk. Genellikle tüm çocukların elbiseleri gezmelik ve gündelik diye ayrılırdı. En yeni ve cicili elbiselerimizi her gün giyemezdik. Şimdi öyle değil. Özellikle çalışan anne ve babalar çocuklarına hemen her çarşıya çıktıklarında oyuncaklar alıyor. Yenisi gelince çocuk, eskiyle ilgilenmiyor. Bu yüzden sahiplenme, koruma gibi duyguları gelişmiyor. Pedagoglara bakılırsa, çocukların eşya ile olan ilişkileri ileride insanlarla olan ilişkilerine yansıyormuş. Çok oyuncağı olan çocukların uzun süreli ilişkileri iyi gitmiyormuş. Çabuk sıkılıyorlarmış.
Aslında hediyeye hangimiz hayır deriz ki! Hediye almak alan için, hediye vermek de veren için güzel duygular yaşatır. Bir nevi değer vermek anlamına geliyor. Sorun şu ki, hediye geleceğini bile bile hediye aldığınız zamanlar mı daha mutlu olursunuz, hiç beklemediğiniz zamanda yapılan hoş bir sürprizde mi?.. Göstere göstere doğum gününüzün kutlanması mı sizi heyecanlandırır, asla aklınıza gelmeyen bir zaman ve mekanda hatırlanmak mı?.. Ya da hediye paketini aldığınızda içinde ne olduğunu bilmek mi, çıldırasıyla bir merakla paketi açmaya çalışmak mı?
Yani çoğu zaman iş çığırından çıkıyor. Hediye hediye olmaktan ziyade, bir duyguyu özelleştirmekten çok güç gösterisine dönüyor. Hediyenin kendisi, anlamından daha fazla değer taşıyor. Bu da insanları daha maddeci, daha yüksek beklentili yapıyor. Ya da ilişki almak-vermek olarak sürüyor.
Hep bir şeyler talep etmeyi, hep birinin kalbine ya da hayatına girmek için onun başını döndürecek hediyeler vermeyi beynine kazıyorlar insanların… Yani artık “iki gönül bir olunca samanlık seyran” olmuyor!.. Talepler çok fazla…
Sevmek, yalnızca almak/vermek midir, sevgili dostlar?..
Çocukluğumuzun oyunundaki “aldım-verdim, ben seni yendim”in oyundan çıkıp hayatın kendisi olması mıdır? Satın alarak ve bunu vererek yener mi insan?
Sevgi bir tür alışveriş midir? İki insan arasındaki ilişki “almak” ve “vermek” üzerine midir? Bu hep böyle midir?
Peki can veren, kan veren, süt veren, emek veren, uyku veren, zamanını veren anne el kadar yavrusundan ne alır ki?
Altı delik ayakkabısına aldırmadan cebindeki son kuruşu çıkarken eve bırakan baba, o çalışmayan eşten/çocuklardan ne bekler ki?
Hani o unutulmaz filmin repliğindeki gibi “sevgi emektir” nerde kalıyor?.. Emek yalnızca para mıdır? Sabretmek, beklemek, uğruna gözyaşı dökmek, kıskanmak, ertelemek, sıkıntıya katlanmak, susmak, hasta başında beklemek, saçlarını okşamak, gözlerine bakarak “seni seviyorum” demek… Bunların bir anlamı yok mu?
Sevmek, aynı zamanda vazgeçmektir. Bir kişi için dünyadan, başka hayatlardan, başka fırsatlardan, başka tenlerden vazgeçmektir.
Sevmek bir yürek işidir ve vicdanda olan şeyin değerini cüzdan belirleyemez.
Hızla kirlenen dünyada bari sevgileri kirletmeyelim. Duygularınızla oynatmayın, ona değer biçmeyin. Yüksek makamların hafif başları döndürmesi gibi, pahalı hediyeler de ucuz kalplerde taht kurar.
Bazen bir çiçek de işinizi görür diyeceğim ama, çiçekler de en çok bahçelere, toprağa yakışıyor. Canlısı daha güzel.
İçten bir gülümsemeyi deneyin. Onu anlayacağınıza, dinleyeceğinize, üzmeyeceğinize söz verin.
Bundan iyi hediye mi olur!
Gününüz kutlu, yüreğiniz aşk dolu olsun.
Saygılarımla.
Nejat Gümüş
İstanbul, 8 Şubat 2014