Çocukken kötü bir şey söylediğimizde büyüklerimiz, “Hımmm, sus bakayım!.. Ağzına biber sürerim” derdi. Şimdi büyüdük ama pek bir şey değişmemiş. Gene büyüklerimiz “Hımm, sus bakıyım!.. Yüzüne, gözüne biber gazı sıkarım” diyor… Ne acı!…
Her şey Gezi Parkına yapılacağı söylenen AVM için parktaki ağaçların kesileceği haberi ile başladı…
Sonrası malum… Polisin orantısız güç kullanımı, konuya sadece doğa ve rant duyarlılığı ile bakanların yanına öfkesini biriktirmiş bütün insanları çekti; konu yalnız İstanbul’un meselesi olmaktan çıktı, tüm ülke sahiplendi ve olan oldu.
Aslında iyi de oldu. Daha doğrusu zarar görenleri, yaralanan hatta ölenleri, yakılan yıkılan araçları saymazsak, iyi sonuçlar doğurduğu ve daha da iyi sonuçlar doğuracağına inanıyorum.
Olaya şu açıdan bakıyorum… Bir topluluğu ulus yapan ortak değerler vardır. Bu ortak değerler uzun zamandır ihmal ediliyordu. Çünkü ortak değerler yerine farklılıklarımız, birbirinden ayrıldığımız konular, zevkler, tercihler öne çıkıyordu. Tuttuğumuz takımın öteki takımdan daha üstün olduğunu ispat için uğraşıyor, dindar ile laik, milliyetçi ile evrenselci, Doğulu ile Batılı kavgası veriyorduk. Bu kavgayı kazanmak ve haklı hale gelmek için gerekirse karşı tarafa saldırmayı, aşağılamayı göze alıyorduk. Bunu yalnız sokaktaki vatandaş değil, herkes yapıyordu. Devlet büyüklerinden siyasi parti mensuplarına, din adamlarından sanatçılara herkes bu kör dövüşüne girmişti. Üst kültürümüz yerine onlarca alt kültüre tutunuyorduk.
Demokrasi çoklu seçenekler sunan ve hayatın tüm renklerine yaşama hakkı tanıyan evrensel ve çağdaş bir yönetim biçimidir. Ancak demokrasi geleneği henüz çok yeni olan Türkiye, demokrasiyi daha tam olarak sindiremedi. Dolayısıyla güç sahipleri demokrasiyle gelseler de demokrasiyi bırakın daha ileri götürecek düzenlemeleri yapmayı, kendi gücünü korumak için demokrasiyi daha da geriletebiliyor. Adeta tek adamlığa giden, otoriteyi ve dolayısıyla şiddeti artıran bir yönteme sarılabiliyor.
Türkiye, 1970’li yıllarda bir merkez partilere sahipti, bir de aşırı uçlara. Aşırı solcu partiler ve aşırı sağcı partiler vardı. Milli Selamet Partisi (MSP) aşırı sağcı parti olarak ifadelendiriliyordu ve marjinal bir parti olarak %5 gibi bir oyu ancak alabiliyordu.
Fakat zamanla Türkiye siyaseti özellikle Özal döneminden sonra sarsıcı değişimler yaşadı. Merkez partiler birbirini yerken aradan Erbakan’ın MSP’sinin isim değiştirmiş hali olan Refah Partisi koalisyonla da olsa iktidara geldi. Ondan sonra ise Erbakan’ın partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını yapmış olan talebesi Recep Tayyip Erdoğan, partisi AKP ile tek başına iktidara geldi.
Bütün bunları neden anlattım, çünkü şöyle ya da böyle iktidarı Cumhuriyet değerlerimize, demokrasi anlayışımıza ve modern yaşam kültürümüze en uzak olan partiye teslim ettik. Dolayısıyla iktidarla zaten aramızda epey uzak bir düşünce farklılığı yatıyor. Bugüne kadar ekonomik hayatın dinamiklerini hedefe koyduk, Türkiye’nin ekonomik olarak büyümesi, gelişmesi ve hak ettiği yeri almasını öncelik saydık. Hükümetin bu konudaki çalışmaları sanırım halkımızdan destek gördü ki, AKP’yi ikinci kez iktidara getirdik.
Ancak iktidar devletin sadece ekonomik yapısını idare etmiyor. Sosyal hayata, kültürel hayata da müdahale etmek isteyince gerilim arttı.
İnsanlar artık eskisi gibi değil. Bilgisayar başındalar. Dünyayla entegre oluyorlar. Hayatlarına bu denli müdahaleyi sevmiyorlar. Kısıtlanmak istemiyorlar. Kaç çocuk yapacakları, içkiyi nerede ve nasıl içecekleri gibi sosyal yaşamlarına ilişkin kısıtlamaları sevmediler. Sonra Cumhuriyete ilişkin, Cumhuriyeti kuranlara ilişkin temel değerlere karşı duruşları da sevmediler. Bu toplum hala Atatürk’e hayran. Dolayısıyla bu konudaki gizli düşmanlıkları da kabul etmiyorlar. Yani daha pek çok şey var yaşanan. Tabii burada üslup sorunu da oldu. Bütün bunlar birikti, birikti ama bastırıldı. Herkes başka bir şeye kızdı, herkes kendiyle ilişkili başka bir konuya tepkiliydi. Bütün bu birikimler Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesi davasında patladı.
Boşuna dememişler, “doğal dengeyle fazla oynama, tabiat senden güçlüdür ve intikamını alır” diye… Nitekim öyle oldu.
Bir anda Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi, Beşiktaşlısı, partilisi partisizi büyük bir kitle konuya kayıtsız kalamadı, orada oldu. Bedenen orada olanlardan daha fazla, kalben orada olanları da katarsanız, ulus olarak uzun zamandır hiçbir seferinde bu kadar büyük bir birleşmeyi milli maçlarda dahi sağlamamıştık. Hep apolitik yaşadığından şikayet ettiğimiz çocuklarımız toplumsal duyarlılık gösterdi, tanımadığı insanlarla dayanışmaya girdi, bir toplum, bir ulus olduğumuzu fark ettiler; hem de iktidara uzlaşma ve üslup konusunda ciddi mesajlar verdiler.
Bundan sonrası her şey çok daha iyi olacak. Ya uzlaşmayı ve saygı duymayı öğreneceğiz, ya da bunu bilenlere yerimizi bırakacağız.
Bu yüzden Gezi Parkı Dayanışması çok iyi oldu. Gerçi çoğumuz biber gazı yedik ama kimin umurunda. Acıya dayanıklı milletiz biz. Hayatımız acı, dram. Hem acılı adana, acılı çiğköfteye bayılan bir toplumuz. Biberden korksak, bahçeye biber ekmezdik. Bu topluma gaz sıkarak ürkütmek isteyenlerin kereviz gazı, bakla gazı, brokoli gazı gibi şeyler denemek lazım. Şaka tabii ki!
Daha güzel bir yaşamı hak ettiğimizi düşünüyor ve daha iyi bir yaşam diliyorum.
Saygılarımla.
Nejat Gümüş
4 Haziran 2013, İstanbul