Beyoğlu,Bir Beyin Oğlu.

Yolu İstanbul’a düşen ama Beyoğlu’na ayak basmayan tek, ama bir tek kişi var mıdır dünyada? Çünkü Türkiye demek İstanbul demekse, İstanbul demek de Beyoğlu demektir.

Denir ki, İstanbul’a bir kuş konmuş. Beşiktaş yakalamış. Ortaköy kanatlarını yolmuş. Kadıköy pişirmiş. Karaköy yemiş. O sırada gasptan dönen Beyoğlu, “Hani bana, hani bana!” demiş… Sonra Beyoğlu, kuştan arta kalanlarla sokak çocuklarını, sokak ayyaşlarını, sokak delilerini ve sokak sevgililerini doyurmuş… Hikaye bu ya!

İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden biri olan Beyoğlu, her dönem gözde olmuş. Önceleri çoğunlukla gayrimüslimlerin yaşadığı yer olarak Pera adıyla bilinen Beyoğlu, sanatın, kültürün, eğlence hayatının da merkeziymiş… Sinemalar, tiyatrolar, en nezih restoranlar, en Avrupalı mağazalar burada bulunurmuş. Türk Sineması demek olan Yeşilçam da burada yeşermiş, burada büyümüş, efsaneleşmiş.

Bir zamanlar artist görmek için Beyoğlu’na akın edenler Cahide Sonku, Ayhan Işık, Sadri Alışık, Muhterem Nur, Belgin Doruk gibi starlara denk gelebilme hayallerini bugün yitirseler de, Ayhan Işık Sokağında bir kafede oturup geleceklerine fal baktırıyorlar…

1960 sonrası yaşanan yoğun iç göçler bir yandan, azınlıkların ülkeyi terk etmesi bir yandan bu semtin çehresini yavaş yavaş değiştirmeye başlamış. Beyoğlu yine gözdeymiş ama şiddetli yapısal değişiklikler göstererek adeta kimlik bunalımı yaşamaya başlamış.

Öyle ki, Beyoğlu’nun ana arteri İstiklal Caddesi başka bir hayatı yansıtırken, arka sokaklarda bambaşka hayatlar yaşanmış. Evet bu tanım boşuna değil, Beyoğlu İstanbul’un kalbiyse, İstiklal Caddesi de bu kalbi besleyen atardamarıdır. Haftanın her saati, her günü, özellikle de hafta sonları koca bir kentin bir yudum hayat tadı almaya, oksijenlenmeye geldikleri bu ana arter, bu atardamar, gecenin bitimiyle kanlanan, canlanan bu insan kalabalığını şehrin diğer uzuvlarına kanlarını değiştirerek geri pompalar. İstanbul’a oksijen veren Beyoğlu’na bu oksijen gözyaşı olarak geri döner. Yüksekkaldırımlar’dan ikinci evlerine dönmekte olan umutsuz hayat kadınları bu gözyaşlarında boğulurlar…

Kalabalıktır Beyoğlu. Günde 1 milyon kişinin uğradığı dev bir kalabalık. Sırf sinema, tiyatro, bar, gece kulübü, restoran olarak bile 15 milyon İstanbulluyu, artı dışarıdan gelen yerli/yabancı tüm konukları ağırlayabilecek bir kapasiteye sahiptir. Ama çok yalnızdır aynı zamanda Beyoğlu… Ayakta duramayacak kadar sarhoş oldukları için birbirlerine omuz vermiştir üçüncü sınıf oteller. Okuma yazma bilmeyen kaçamakların yapıldığı küçücük odalarda, küf kokan, rutubetten sırılsıklam yataklarda kim bilir kimler hangi masum, gözyaşartıcı sonuçlar taşıyan, kristalize rüyaları görme cesaretini gösterirler? Kirli tuvaletlerdeki kırık aynalarda “ayna, ayna, söyle bana, bu dünyada en yalnız kim” sorusuna “sen” yanıtını almak hiç de zor değildir. Beyoğlu’nun bu otellerinde oda servisine Azrail bakar. Pencerelerinden Osmanlı İmparatorluğu seyredilir. Kavuk, savrulur. Dev bir örümcek, marka mağazaların çatısına oturur. Sinemalar, tiyatrolar cayır cayır yanar.

Havalıdır Beyoğlu. Tarihi ihtişamını sık sık yüzüne vurur insanın. Eşsiz mimariye sahip binaları, kiliseleri, okulları soylu bir geçmişin izlerini taşır. Aristokrat duruşu vardır. Belki de bu yüzden Beyoğlu denmiştir, Pera’ya. Bey Oğlu’dur mutlaka… Sanat, kültür, eğlence, yaşam kültürü benden sorulur, ne çok şey gördüm, yaşadım der gibidir. Ama arka sokaklarında büyüyen yoksunluk, gizlenecek bir delik bulamamıştır artık, “abi bir ekmek parası”, “abla karnım aç” dışavurumuna dönüşmüştür. Tutar ya da tutmaz, bu alışılmış, ezberlenmiş replikler her gün tekrar eder onlarca kişinin ağzından…

Malını peşin satan tüccar gibidir Beyoğlu. Kimsenin orada kredisi yoktur, çünkü kimseyi hatırlamaz. Haklı da, bu kadar insan, gelen/geçen nasıl akılda tutulsun ki!.. O yüzden paranız kadar alırsınız Beyoğlu’ndan; kiminiz The Marmara’nın roof’undan İstanbul’a tepeden bakar, kimimiz yatacak bedava bir “yer” bakar. Bedava dediğime bakmayın, Beyoğlu bedava bir şey vermez insana, ödetir mutlaka… Parasıyla ya da başka türlü. O bedeli ödetir!..

Değişen Türkiye’nin vitrinidir Beyoğlu, ne varsa hayatta, onu gösterir. Üst düzey bir hayat yaşamak için gelenler ile kaybedecek bir şeyi olmadığı için gelenlerin kesiştiği yerdir. Tutunamayanların son durağıdır… Şöhret olmak için evden kaçanların yerine bugün Beyoğlu’nda evden kaçarak kötü şöhret olanlar egemendir. Yıldızların değil figüranların sözü geçer burada. Hapçısı, esrarcısı, tinercisi, travestisi, fahişesi, magandası, krosu, kimsesiz sokak çocukları en çok burada kabul görür. En azından dışlanmazlar. Çünkü burası sahipsizdir. Kimse sahip çıkmaz, kimse korumaya çalışmaz. Kimse kimseye hesap da sormaz. Kavga, dövüş, kapkaç, sarkıntılık, tacizin en az ceza aldığı yerdir Beyoğlu. Kim demiş ki, bir zamanlar en zarif hanımlar, en kibar beyler, en şık elbiselerini giyip burada gezmişler, eğlenmişler! Kim demiş en terbiyeli insanlar burada yaşarmış, insanlar en terbiyeli hallerini burada gösterirmiş? Terbiye artık ne ki!

Beyoğlu’nda terbiye, bugün ancak çorbacılarda bulunur!

Saygılarımla.

Nejat Gümüş

23 Mart 2015, İstanbul

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.