Hani adımız Kiltaş ya, “çamurcu” diye bize “taş” atmaya çalışanlar oldu. Küçümseyenler hatta… Ama biz, bize çamur atmaya çalışanları da, taşı iyi tanıdığımız için ne taştan korkarız, ne de taşı küçümseriz. Taşın ne anlama geldiğini, ne ifade ettiğini bir hatırlatayım istedim… İnsanlık tarihi taş üstüne yazılarak başlamıştır… İnsanın taşla hikayesi de vahşi hayata tutunma hikayesi olarak anlam kazanmıştır. Başta hayvanlar olmak üzere dış dünyanın tehdit ve korku veren güçlerinden kendini korumak için etrafına bakan insan, önce taş’ı farketti. Onun ağırlığı ile gücünü, sertliği ile şiddetini, işlenebilirliği ile de fonksiyonlarını keşfetti. Ve insanoğlunun taşla dostluğu işte böyle başladı. Medeniyet de taşla başladı. Yontma Taş Devri, Cilalı Taş Devri diye sürdü gitti. O taş yuvarlandı teker oldu, sivriltildi mızrak oldu, inceltildi bıçak oldu. Ve taş taş üstüne kondu, evler meydana geldi. Kısacası insanoğlu korunmayı da, barınmayı da taşın sayesinde başardı. Hatta ve hatta karnını doyurmayı, yani avlanmayı da taştan aletler yaparak gerçekleştirdi. Bugün geçmiş uygarlıkların izlerini de yine taş yığınlarından çözmeye çalışıyor arkeologlar, sanat tarihçileri, bilim adamları… Tarih, konuşma dilinin oluşmasından önce insanların resim ya da şekillerle birbiriyle iletişim kurduğunu söyler. Taş üstüne taşla çizilen şekiller birbirlerine mesaj verdi. Türk tarihi açısından ilk yazılı kaynaklar kabul edilen Orhun Kitabeleri de taş üstüne işlenen yazılardan ibarettir. Taşı keşfeden insanlık, taşın içindeki zenginliği de keşfetmeye başladı zamanla… Bir taşın öteki taşa benzemediğini gördü. Çakıl taşıyla yol döşedi, çakmak taşıyla o yolu aydınlattı. Değersiz bulduğuna değersiz taşları fırlattı; değerli taşları parlattı, en değerli varlıklarının boynuna taktı. Böylece kıymetli ile kıymetsiz ayrımını yapmış oldu. Değirmen taşı ile mahsulünü işledi, buğdayı un etti; bileme taşı ile kesici aletleri bileyledi. Zımpara taşı ile yonttu, kan taşı ile bedensel rahatsızlıklarına şifa aradı. Hayatın her yerinde kullanılan taş bu kadar kendine yer bulur da, dilde yer bulmaz mı? Ne çok sözümüz vardır taş üstüne!.. Yaptığımız işi küçümserler, zorlanmadan bir şeye sahip olduğumu söylemek için “taş attın da kolun mu yoruldu” derler. Yaşı geçkin bir dostumuzu, “sen gençlere taş çıkartırsın” diye motive ederiz. Erkekler arasında, fiziğine iyi bakmış bir kız için şöyle bir laf vardır: “taş gibi” deriz… Alışverişe gideriz, bir şeyi almak isteriz, yüksek bir fiyat söylerler, şaşırır, itiraz ederiz. “Bu ayakkabı taş çatlasa 70 Lira eder” diye bir cümle kurarız. “Taş çatlasa” sözü, “en fazla ederi budur” anlamında bir sözdür. Güçlü olana “taşı sıksa suyunu çıkarır” diye iltifat edilir, hantal olan “yürü taş arabası” diye aşağılanır. Cimri olanlar için “taşın yağını çıkarır” diye bir deyim kullanırız. Acıma duygusundan yoksun olana “taş kalpli” deriz. Kıskançlık duygularıyla birlikte hakkımızda ileri-geri konuşanlara karşı kendimize şu sözlerle moral veririz: “Meyve veren ağaç taşlanır.” Hiç beklemediğimiz birinden beklemediğimiz bir olumlu hareket geldiğinde şaşkınlıkla birlikte şu fikre kapılırız: “Ummadığın taş, baş yarar.” Kıyamet alameti gibi görürüz beklenmedik durumları, şaşırtıcı davranışları… “Başımıza taş yağacak” diye özetleriz. İçine düştüğümüz durumdan kendimizi sorumlu tuttuğumuz zaman da şu bilgeliğe erişiriz: “Başımızı yaran taş, başlarına attığımız taştır.” Birlik olmanın güzel olduğunu, bizi güçlendireceğini anlatmak için “yalnız taş duvar olmaz” deriz. Bu söz en çok da evlilik çağında kullanılır. “Taş yerinde ağırdır” deriz, kıymeti bilinen yerden gitmek isteyenler için. Hayatın her alanında, ama özellikle iş hayatımızda hangimizin önü kesilmemiştir, hangimiz birileri tarafından çelmelenmemiş, hangimizin tekerine taş konmamıştır ki?.. Ve hangimiz hiç ummadığımız bir anda, hiç ummadığımız birinden hiç ummadığımız bir hayal kırıklığı yaşamadık, “taş kesilmedik” ki?.. İşaret olsun diye yavuklunun camına taş atan da biz, sevap işlemek için şeytan taşlayan da biz. Susup susup da, tam söylenmesi gerektiği yerde “taşı gediğine koyan” da yine biziz. Bir büyük pişmanlıkta başımızı vurmadığımız taş kalmaz, en şiddetli öfkemizde de “taş üstünde taş” bırakmayız. Bu dünyadaki evini taştan yapan insanoğlu, ölümsüzlüğü de taş üstünde buldu. Adını mezar taşına yazdırarak, bir zamanlar bu hayatta var olduğunu unutturmamaya çalışıyor. Yani, sevgili dostlar, ekmeğimizi taş’tan çıkarıyor olmaktan gurur duyuyoruz. İşimizi hafife almaya çalışanlara tebessümle şu cevabı veriyor ve yolumuza devam ediyoruz: “Yuvarlanan taş yosun tutmaz!” Saygılarımla. Nejat Gümüş 30 Nisan 2014, İstanbul