Ne duyarsanız hayatınız değişir? Bir yalan, kendi sessizliğiniz, vicdan azabı, içli bir şarkı? Neyi duymazsanız hayatta kalırsınız ya da? Duyduğunuz için pişman olduklarınız, söylediğiniz için pişman olduklarınızdan çok mu? Kalbiniz bazen sorunun cevabını bulamaz ya, cevap gerçekten yok mu?
Uyursunuz, uyanırsınız… Düşündükleriniz sapasağlam aklınızdadır hala… Bildiklerinize içinizden gelen cümleler eklersiniz. İçinizi döktüğünüz için rahatlayacaksınızdır, olmaz…. İnsanlar nasıl sır saklıyorlardır acaba? Sırlar neden hep öldürücüdür, iyi bir sır neden yoktur hayatta… Herkes kalbini bir kenara koyup yine rahat uyur o gece, bir tek siz uyanıp durursunuz…
Vicdanınızın sesini duyarsınız…
Bir aşk nasıl biter diye düşünürsünüz… Biri bitmesi için hep bir hata mı yapardı? Bir çift göz, sonunda bir başka çiftle bu kadar kolay mı yer değiştirirdi…
Nedeni ya da sorumlusu kim olursa olsun, bir başka yeredir artık yolculuğunuz… Yanınıza alacaklarınızı hiç düşünmemişsinizdir daha önce… Hiç gelmeyeceği düşünülen bir gün için plan da yapmamışsınızdır… En iyisi bir şey almamaktır yanınıza… Her söz, her hatırlanan dokunuş, adım attıkça ağırlaşırdı eğer insan uzağa yürüyorsa… Öyle yaparsınız ve almazsınız siz de… Kapıdan çıkarken radyodaki şarkıyı yeniden duymaya başlarsınız:
“Bir rüzgardır gelir geçer sanmıştım
Meğer başımda esen kasırgaymış”
Bir şarkıyla tüm o sesler susar…
Kapadığınız kapının sesini duyarsınız…
“Zorla elinizde tuttuğunuz şeyler mutlaka ölür” diyor filmin kahramanı!
Sırf bu yüzden, bazen bütün öncelikler değişir. En öndekilerin yeri de… Onu unutmak için, onun değil artık kendi kalbinizin ihanetini bekleyen bir yalnızsınızdır işte..
Ses yalanı örtüp, yalan sesi yırtıyorsa… Ya da bir zamanlar güldüğünüz her şey, artık hatırladığınızda sizi ağlatıyorsa…
Gerçektir elinizdeki veda.
Elveda…
Bilimsel gerçekler var hayatta… Vücut bir parçasını kaybettiğinde, neyi kaybetmişse onun hala var olduğunu sanıp, hayalet ağrısını çekmeye devam ediyor… Beyin iletişimde olduğunu yitirdikten sonra bile yitirmemek için direniyor… Bir şey yok olduktan sonra da, ona ait alt algılar ısrarla devam ediyor… Varmış gibi yapıyor… İnsan aşık olduğunda da böyle işte: çok seven, gittikten sonra bile sevdiğini uzun zaman yanında tutuyor, kaybolmasına izin vermiyor… Yanında görmek istediğini, yerinde görmek istiyor her şeye rağmen… Biri terk ettiğinde, severken iki kalp taşıyanların hayalet ağrıları da bu yüzden dinmek bilmiyor…
Siz, elinizde bir başkasının elini tutmaya meyilli bir veda taşıyorsunuz her seferinde… O vedayla sarılıyorsunuz birine, o vedayla işliyorsunuz sevgilinin adını, kalbin yerine teninize… Ne var ki yine o veda ayırıyor sevmek için gelmiş bir bakışla yollarınızı…
İşte o yüzden, giden suçlu değildir her zaman!
“Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden…
Aynı kalmıyordu hiçbir şey,
Değişiyordu kendiliğinden.
Artık çözülmüştü ellerimiz…
Artık bölünmüştü yüreğimiz…
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden…
Kimdi giden, kimdi kalan?
Giden mi suçludur her zaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar,
Dostluklar biter ne zaman?”
Kimdi giden, kimdi kalan..?
Aslında giden değil,
Kalandır terk eden
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten”
Saygılarımla…
Nejat Gümüş
19 Kasım 2014, Malatya