(arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer…)
Kurban Bayramı… Küçük bir tatil… Datça… Can Yücel’in mezarı…
Nereden nereye!.. Deniz, güneş, Allah’ın cömertliğini sonuna kadar kullandığı doğal güzellikler varken, adım başı mutlu insan yüzleriyle karşılaşırken insan Datça gibi muhteşem bir yerde yüzünü ne diye bir mezara dönsün ki!..
Oysa bayramlar hüzün değil, mutluluk verir. Normal şartlarda özlemlerinizi giderir, stresinizi atar, dinlenir, mutlu olursunuz. Ama işte beyin bu, bazen farklı çalışıyor. Varlar arasında yokları anıyor, gelenlere sevinirken gidenlere üzülüyor.
Derler ki, “her giden, anlamı kadar bir boşluk bırakır”… Can Baba da öyle bir değerdi ki, çok boşluk bıraktı. Türk Şiiri öksüz kaldı. Duygular sustu, düşünceler susturuldu.
“Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü.
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün”
diyebilen birisi ustadır artık, hayatı çözmüştür, öyle değil mi?..
Can Yücel, 1926 yılında doğmuş… Herkes kadar aynı, herkes kadar farklı olan hayatında beni çok etkileyen şöyle bir bölüm var:
İki liseli arkadaş liseyi bitirdiklerinde, yıllardır çok şeyden fedakarlık ederek biriktirdikleri harçlıkları ile yurt dışında eğitimlerine devam etmek üzere Milli Eğitim Bakanlığına başvurmuşlar. Bakan, gençlerden birini dışarı çıkartmış ve içerdekine, “sadece seni gönderebilirim. Arkadaşını gönderirsem dedikodu olur, oğlunu gönderdi derler” demiş. Bunun üzerine gidemeyecek olan çocuk, arkadaşına dönmüş, “madem öyle, benim biriktirdiğim parayı da sen al. Hiç olmazsa biriktirme amacımı kısmen gerçekleştireyim” diyerek tüm parasını arkadaşına vermiş.
Oğlunu göndermeyen Milli Eğitim Bakanı’nın adı Hasan Ali Yücel’dir. Bakan’ın göndermediği oğlu ise Can Yücel… Yurt dışına giden arkadaşı ise, sonradan dünya çapında başarı kazanan Prof. Dr. Gazi Yaşargil…
Can Yücel, önce rehberlik yapar, sonra çevirmenlik… Che Guevera’nın bir kitabını çeviren ozanımız, dünya edebiyatının ünlü isimleri Lorca, Shakespeare, Brecht’in oyunlarını da Türkçeye kazandırır.
“Ben;
Benden olgun insan isterim karşımda
Benden dürüst
En ufak dalgada
Arkasını dönmeyecek kadar olgun
Arkamı döndüğümde
Sırtımdan vurmayacak kadar güvenilir
Bir o kadar cesaretli olmalı
Yağmurdan ıslanıp, fırtınadan kaçmamalı
Ayağı taşa takılınca kayadan korkmamalı
İşine gelince sevip,
Zoru görünce bırakmamalı!”
Kendine özgü akıcı ve yalın bir kullanan Can Yücel, halk dilinden de olabildiğince yararlanmıştır. Hicizlerinde müstehcen ve argo sözcüklere de yer vermesi Can Baba’yı gözüpek, korkusuz ve biraz da aykırı bir yere koymuştur.
“Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!
Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve bin bir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!”
Başka türlü bakmıştır hayata Can Yücel. Zeki, hınzır ve biraz da çocuk masumiyetiyle…
“Çingene benleri, ne dersiniz, pembe olmalıydı değil mi?
Ama dünyada her şey olması gerektiği gibi olmuyor ki…”
Yalnız Türk Şiiri’nin değil, Türkiye’nin en gözüpek, en yiğit insanlarından biri olmuştur. Kavga da etmiştir onurluca, hapis de yatmıştır yazdıklarından dolayı; ama o hep bildiğini söylemiştir.
“Senin için yasak dediler
Yasaklar çiğnenmek içindir dedim…
Senin için imkansız dediler
Önemli olan imkansızı başarmak dedim…”
Bakan çocuğu da olsa, Cambridge Üniversitesinde eğitim de görse, Londra’da spikerlik de yapsa Can Yücel, hayatı boyunca hep halktan biriydi, halkın yanındaydı.
“Her Don Kişot’un bir yel değirmeni vardır
Benimki Heybeli’de
Yarı yarıya yıkık
Üstünde
Kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle kocaman
Türkiye Halk Bankası yazılı
Vallahi billahi de
Beş kuruş almadım o reklam için”
Oldukça geniş evrensel kültürünü ve kendine özgü mizah yeteneğini şiirine katan Can Yücel, bir çok şiirinde bizi şaşırtmıştır.
“Sözüm ona insandım
Hamsiydim buğulandım
Koynumdaki hatunu
Havva anamız sandım.
Beyazıt Kulesiydim
Hem Kumkapı’daki yangın
Arap itfaiyeciynen
Kendi derdime yandım.”
Sevdalıdır Can Baba. Sevginin önünde eğilir. Üstelik sevgisini gurur yapmadan, kibre yenik düşmeden reddedilmeyi de olgunlukla karşılar.
“Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
”Seni seviyorum” sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Ama sen hiç benimle olmadın ki…
Ya aklın başka yerdeydi, ya yüreğin.”
Çiçeğe çocuğa, kuşa böceğe, Deniz’e balığa şiir yazan Can Yücel, “O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer” derken, bir gün kendisinin de dolması mümkün olmayan bir boşluk bırakacağını düşünmüş müdür!..
1999 yılında kaybettiğimiz Can Yücel, Datça’ya defnedildi…
Bazı insanlar ne kadar yaşarsa yaşasın, yaşları olmaz; yaşlanmazlar. Bilgelikleri, üretkenlikleri ve hayata kattıkları ile yüz yaşına da gelseler, onlar için ölüm daha erkendir.
“Kovalamayın beni yatağa
Hiç uykum yok
Daha lafınıza karışacağım
Ortalığı dağıtacağım
Televizyonu kapatacağım
Ayçiçeği resmi yapacağım daha
Başparmağıma şiir okuyacağım
Islık çalacağım
Daha çok işim var
Gecenizi karartacağım
Kütahya vazonuzu kıracağım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha çok erken”
Cidden, daha çok erkendi be Can Baba!
Gitmeseydin keşke…
Saygılarımla.
Nejat Gümüş
23 Ekim 2013, İstanbul