Öyle bir geçer zaman ki!..

“Anne, parka ne zaman gideceğiz?”… “Baba, bisikletimi ne zaman alacaksın?”… “Arkadaşlar, sinemaya ne zaman gidiyoruz?”… “Teklifime ne zaman cevap vereceksin?”… “Ne zaman evlendin?”… “Ne zaman baba oluyorum?”… “Ne kadar zamandır kavgalısınız?”… “Ne zaman boşandınız?”… “Ne zaman ölmüş?”…

Hayatın belli başlı bütün sorularında bir “zaman” kavramı vardır… Ve her cevap da zaman içerir: “İşimi bitirdiğim zaman”… “Maaş aldığım zaman”… “Hafta sonu”… “Senin beni sevdiğine inandığım zaman”… “Bir iş bulup çalışmaya başladığın zaman”… “Terfimi aldığım zaman”… “Geçen yıl, 21 Mayıs’ta”… “4 ay sonra”… “Ona o sözü söylediğim zamandan beri”… “3 yıl oldu”… “Dün gece”….
…………………………………………………………………………………

Zaman zaman, şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, yaşadığımız hayat bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçer. “Vay be” deriz, ince bir iç sızısıyla… “Ne çabuk geçmiş zaman. Ne zaman büyümüşüz, oysa daha dün gibiydi…”

“Oysa daha dün gibi” gelen şeyler, kayıp gitmiştir avucumuzdan… Ve yapabildiğimiz tek şey, “o an’ı, etkisi kadar bir yer ayırarak hafızamıza kazımaktır. Ne var ki her şeyi unutturan zaman ve bir öncekinden daha taze olan yaşanmışlıklar, işte “o an”ın üstüne kalın bir kireç tabakası çeker. Ne zaman bir film, bir resim, bir müzik, bir ses, bir eşya ya da bir anı; kısacası O’nu hatırlatan bir işaret gelir, işte o eski ağrı geri teper. Ve tam o sırada dökülür dudaklarımızdan belli belirsiz, o dolgu maddesi cümle: “Zaman ne çabuk geçiyor!..”

Zaman çabuk mu geçiyor? Yoksa zaman, her zaman aynı hızda geçiyor da, bizim telaşımız, heyecanımız, sabrımız, o an mutlu ya da mutsuz oluşumuz, eylemsizliğimiz/aceleciliğimiz, yalnızlığımız/kalabalığımız, meşguliyetimiz/başıboşluğumuz; kısacası bizim subjektifliğimiz mi zamanı farklı yorumluyor?.. İçeridekiyle dışarıdakinin, bekleyen ile bekletenin zamanı aynı hızda mı geçiyor?..

Nedir zaman? Nerdedir? Hangi takvimde, hangi yılın hangi ayının hangi gününe takılı kalmıştır? Hangi zamanda, kimin yerinde değilse bile, nerede olmak isterdiniz?

Zamanın başlangıcı hepimiz için filanca tarihte, falanca saatte dünyaya gözümüzü açtığımız andır. Bitişi de filanca tarihte, falanca saatte dünyaya gözümüzü kapatacağımız an… Yani “ömür” dediğimiz şey, bir göz açıp kapayana kadar geçen zamandır, başka bir şey değil…

“Ben doğduğum zaman” diye başlayan cümleler, hayatımızın çocukluk dönemlerini ifade eder. Dünyanın nasıl başka bir dünya olduğunu, pek çok şeyin nasıl da değiştiğini belirtir. Çocukluk zamanlarımız hayatın bir oyundan ibaret olduğunu sandığımız, kimseye oyun etmeden oynadığımız en masum zamanlardı… Bir de küçüklere masallar dinlediğimiz günlerdi, “bir varmış, bir yokmuş; evvel zaman içinde” diye başlayan… İlk sözcüklerin ağzımızdan çıktığı, ilk oyuncağımızın olduğu ilk zamanlarımız…

Delikanlılık çağlarımız, adı üstünde… Delifişek zamanlar, düz duvara tırmandığımız, kanımızın hızlı aktığı, “zamane çocuğu” diye değişimlerimizin, tarzımızın, zevklerimizin yadırgandığı uçarı zamanlarımız… İlk aşkın, ilk hayal kırıklığının yaşandığı, unutulmadığı zamanlardı…

Ve gençlik yılları!.. Dünyayı değiştireceğimize inandığımız zamanlar… Hayallerimiz hayatlarımızdan, umutlarımız ufuklarımızdan büyüktü o zaman… Ama aynı zamanda hayallerimiz birer birer kırılır, çıkış yollarımız kalmazdı… Zamanı kollarken zaman öldürürdük. İlk işe başladığımız, ilk maaşı alıp küçük hediyelerle ve kocaman sevinçlerle eve koştuğumuz zamanlardı… Evlilik heyecanı… Yeni bir hayat kurmanın tatlı telaşı… Müjdeyi aldığımız o unutulmaz an: “Baba olacaksın”… Zamanın durduğu yer!.. Ve yavrumuzu kucağımıza aldığımız o an… Nasıl büyük bir heyecandı, nasıl karmakarışık duygulardı… Ve nasıl bir anda üstümüze kocaman bir sorumluluk duygusu yüklenmişti. “Başkaları için yaşama” zamanı başlamıştı…

Zaman hızla geçiyor, çocuklar büyüyor… Bu sefer sıra onların hayatlarının “ilk”lerine ortak olmaya geliyor. Bu arada iş dünyasının telaşı içerisinde zamanı tüketiyoruz… Dar zamanlara pek çok şeyi sığdırmaya çalıştığımız, dostlarımızı, akrabalarımızı, hatta eşimizi/çocuklarımızı, ailemizi zamansızlıktan ihmal ettiğimiz yoğun zamanlar… Oysa akan zamanla birlikte yaşların, yılların da akıp gittiğini, zamanımızın azaldığını düşünmüyoruz hiç… Daha okunacak çok kitap, gezilecek çok yer, seyredilecek çok film, sevilecek çok insan olduğunu aklımıza getirmediğimiz gibi… Ve işte bu “zamansızlık” mazeretine sığındığımız bu zamanlarda, gün geliyor, bir şey yapmaya gücümüz olmuyor. Her şey gibi ayaklarımız da, kulaklarımız da, yüreğimiz de zaman aşımına uğruyor.

“O telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgârlara taratmayı saçlarımızı, sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz… Gözümüz saatte söyleştik hep, koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık. Hep yetişilecek bir yerler vardı, aranacak adamlar, yapılacak işler… Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı; başkalarının hayatı, bizimkini aştı. Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu veya yavuklu busesi ile uyanma düşlerini ha babam erteledik. 20’li yaşlardayken 30’lara kurduk saatin alarmını, 30’larımızda 40’lara, belki sonra 50’lere… Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gözlerinize… Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda, söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda… Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz; vakti gelip sandıktan çıkardığınızda bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış…” dediği gibi Borges’nin, zaman doluyor!..

Öyle bir geçiyor zaman ki, Ayhan Işık’ları, Belgin Doruk’ları, Ekrem Bora’ları tatlı bir anı yapan dünya, sanki “sıra size gelmeden yapmak istediklerinizi yapın” diye köprüden önceki son çıkışta uyarısını yapıyor.

Saygılarımla…

Nejat Gümüş

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.