“Konuşmak küçülür küçülürse, adı değişir susmak olur
Ağlamak büyür büyürse, adı değişir susmak olur.”
“İnsanın suskunluğu konuşmayı öğreninceye kadardır” derler… Çünkü konuşmak bir iletişim biçimidir. Duyguları, düşünceleri ifade etmenin en zengin dilidir. Peki ya susmak?..
Susmanın ilk provası çocuklukta oynadığımız “bir, ki, üç, tıpp” oyunudur. Çünkü çocuğun denetimi yoktur, bildiğini söyler. “Çocuktan al haberi” işte böyle durumlar için söylenmiştir. Söyledikleri kimleri uçurur, kimleri zor durumda bırakır, hiç farkında değildir. Ve susmalarımız böyle başlar…
Susmak da bir ifade biçimidir çoğu zaman. O da duyguları, düşünceleri ifade etmenin başka bir biçimidir. Kelime anlamı olarak baktığımız zaman; konuşmasını kesmek, kaçınmak, tepki göstermemek gibi anlamları vardır.
İlgilenmemenin en iyi işaretidir susmak ve susulur… Söylenmeyen şeylerin kendisine zarar vermediğini düşünür insan ve susulur… İlgisizliğini göstermenin en iyi yolunun susmak olduğunu düşünür, susulur… Kendisine güvenmez, söyleyecek bir şey bulamazsa susulur… O an konuşmak anlamsız ve gereksiz bulunur, susulur… Mutluluğun tarifsiz ortamında kelimeler anlamını kaybeder, tüm sözcükler yetersiz kalır ve susulur… Bir ilişkide sorunların birikme noktasıdır, susulur… Ne dense yanlış anlaşılır bir dönemdedir insanoğlu, susulur… Korkarız konuşmaktan, söylediğimiz her kelime yenilgidir, kaybetmektir ve susulur… Eylemsiz bir tepkidir susmak, susulur… Dinlemek yeter bazen insana, susulur… Doğru algılanmak için bir şans vermektir karşı tarafa, susulur… Ve bir gidiş kabullenilmiştir, söylenilen hiçbir şey gideni değiştirmeyecektir, susulur… Bu susuş yalnızca kelimelerin yetmediği değil, çarenin olmadığı, acının bertaraf edilemediği, kıyamet anıdır.
Konuşarak anlatılmaz her şey, bazen susmak yeter aslında. Konuşmak bir ihtiyaçtır ama susmak da anlayana iyi bir cevaptır. Hatta filozoflara göre susmak, huyların efendisidir. Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabilir. Derin denizleri ise ancak derin sevdalar. Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor. Anladım ki susan her şey derin ve heybetli. Eğer susarsanız konuşmanız daha aydınlık olur. Çünkü susuşta hem sessizliğin ışığı, hem de konuşmanın faydası gizlidir.
Derler ki, bir insan en çok kimin yanında susuyorsa, aslında en çok onunla konuşmak istiyordur. Hele de kadınların suskunluğu çok şey anlatır. Söyleyecek çok şeyi olan bir kadın susuyorsa, sessizliği sağır edici olabilir. Bir kadın söyleyeceği çok şey olduğu halde susuyorsa, erkek artık tüm şansını kaybetmiştir. O anlar bir ölüm sessizliği taşır. Fırtına öncesi sessizliği belki de… Anlarsınız ki, avucunuzun içinden bir şeyler kayıp gitmektedir. Bu sonsuz suskunluğu bitirmek için son bir çaba harcarsınız ve “Bir şey söyle bana! İçimdeki kayayı kaldırıp atacak bir şey söyle. Nefes alabileceğim bir şey de bana…” diye son bir kere bakarsınız. Aslında o da susmayıp söylese, bileceksiniz ki, içiniz kor gibi yanarken susmak, acıların en beteridir. Niye bazıları ağzına geleni söyleyip rahat uyku uyurken, içine atan, sessizliğe gömülüp kendi dehlizlerinin karanlığında yapayalnız kabuslar görmeyi seçmiştir? Anlatmazlar ki bilesiniz… Kimi nasıl diyeceğini bilmediğinden, kimi bildiğini de diyemediğinden, kimi dediği halde kıymeti bilinmediğinden, kimi bir kez deyip yanlış bildiğinden suskunluğun o huzurlu kuytusuna sığınmıştır. Belki de Fuzuli’nin dediği gibi: “Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok”…
Bazen susmak çok zor, hatta imkansızdır. Yüreğiniz ağzınızda, içiniz içinize sığmıyordur. Haykırmak istersiniz hissettiklerinizi.
“Ey gönlümün sultanı helalim!..
Ağzımda lokma varken, konuşmak kolay da,
Yüreğimde ‘sen’ varken, susmak ne zormuş.”
Bazen susmak, söylenen bir sürü sözden çok daha fazlasını vermektir. Bazen de çok daha fazlasını almak… Aşkı en iyi anlatan şairlerden Cemal Süreyya üstadın dediği gibi, “Aslında onun karşısındayken konuşmak istemezsin. Çünkü o an susmak, gözlerine doya doya bakmak için en büyük fırsattır”…
Ama susmanın iki ucu vardır: Susmak ve susturulmak. İkisi de suskunluğu anlatır. Birine siz karar verirsiniz, ikincisine başkaları. Ailede susturulursunuz, okulda susturulursunuz, askerde susturulursunuz, iş yerinde susturulursunuz. Poliste, devlet dairesinde, hastanede, sokakta hep susmanızı isterler. Rahatsızlık veriyorsunuzdur. Rahatları kaçıyordur. Konuştuğunuz her söz, sizin değil, onların aleyhinedir. Bu yüzden susmanız onların da, sizin de hayrınızadır. Böyle düşünürler… Demokrasinin olmadığı ya da yeterince olmadığı yerlerde suskunluk hakimdir. Özellikle de toplumun aydınlarının konuşmalarını hep engellerler. Bir de gençlerin…
Dünyanın yarısı söyleyecek bir şeyi olan ama susan, öteki yarısı da söyleyecek bir şeyi olmayan ama durmadan konuşan insanlardan oluşur. Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden… Mevlana der ki, “Sesini değil, sözünü yükseltmeli insan. Çünkü gök gürültüleri değil, yağmurlardır yaprakları yaşartan.”
“İnsan yalnızca söylediklerinden değil, sustuklarından da sorumludur” diyor Uğur Mumcu… Ya da son yıllardaki yeni uyanış hareketinin sloganı gibi:
“Susma! Sustukça sıra sana gelecek.”
Ve susmalar arttıkça “Orda kimse yok mu?” sorusu hep cevapsız kalacak.
Sesinizi çıkarabilme ve duyurabilme dileklerimle…
9 Eylül, İzmir
Nejat Gümüş