Seslerin En Güzeli, Vicdanın Sesidir…

Harika bir hava var dışarıda. Çocuklar çimenlerde oynuyor ve banklarda oturmuş yaşlılar mevsimin ilk sıcak ışınlarının tadını çıkarıyorlardı. Çiçek tarhlarında ilk çuhaçiçekleri ve menekşeler açmıştı bile, üzerlerinde atkestanelerinin pembe-beyaz büyülü şamdanları patlamaya başlamıştı. Parkın yollarında yürürken farkına bile varmadan daha derin soluk almaya başlamıştım. Birkaç çok değerli dakika boyunca hayatın o büyük sürecinin etkin bir üyesi gibi hissettim kendimi. Çevremdeki her şey ışıldıyordu ve canım şarkı söylemek istiyordu. Ama parktan çıkınca hevesim kaçtı. Hava solunmayacak derecede ağırdı, klaksonların sesleri kulakları sağır ediyordu. İki otomobil sürücüsü vahşi bir biçimde kavga etmekteydi.
Mutluluk duygusu neden bu kadar kısa sürer? Hem zaten, mutluluk gerçekten var mıdır?
Mutluluk! Ne efsanevi, ne olağanüstü ve ne çok ele geçmez bir sözcük! Her insanın amaçladığı ama hem ulaşması, hem tanımlaması çok zor olan bir kavram! Gel gör ki, mutsuzluğun ne olduğu çok iyi bilinir. Üstelik de hayatın büyük bir bölümü mutsuz geçirilir.
Çocuklar için bir tekerleme vardı:
“Ah ekmekçi olsaydım!
Ama fırın çok kızgındır.
Ah duvarcı olsaydım!
Ama bu çok ağır bir iştir.
Ah denizci olsaydım!
Ama denizden çok korkarım.”

“Eğer”, mutluluğun önkoşulu gibi görünür. “Eğer daha uzun boylu, daha zayıf olsaydım”… “Eğer bir sevgilim olsaydı”… “Eğer bir şampiyon, bir televizyon yıldızı olsaydım”… “Eğer bir işim, bir evim olsaydı”… “Eğer piyangoda kazansaydım”… “Eğer”ler dünyası bir girdap, bir hortum, bir kara deliktir. İnsan bir an dengesini yitirirse, içine yuvarlanmaması imkansızdır.
İyi ama mutluluk yalnızca sahip olmadığımız şeylere mi bağlıdır?
İnsan, hangi görev için doğduysa, o görevi yerine getirirse keyiflenir. İşin kötüsü, biz artık görevlerimizi hatırlamıyoruz. En derin özümüzü silerek, yerine hizmet edilme yükümlülüğünü koyduk. İstediklerimizi elde etmek, istediğimiz şeylerin bize sunulması için buradayız.
Ya insanoğlunun yürüyüşünü tamamlayabileceği yol başka bir kapının arkasındaysa? Bilmesi gereken parola edinme değil de yitirmekse? Doluluk, egemenlik kurmanın değil, hizmet etmenin alçakgönüllülüğünde yatıyorsa? Amaçsız bir dünyaya gömülmüş mükemmel makinelere ulaşmak yerine, yüksek ideallere ulaştıran yolu arayan evlatlar olabilsek?
Yaşam bize olağanüstü sürprizler hazırlar. Biz bir yana gitmeyi düşünürken, o belli belirsiz çalımlarla bizi bambaşka bir yola sokar. Yıllar gelip geçtikçe bir yerlerde var olan gerçek, bütün bir tasarımın karalama düzeyinde de olsa yaşamlarımızın ana hatlarını çizmiş olduğu konusundaki kuşkularımız artar.
Bize verilmiş en büyük armağan davranış özgürlüğü, yani seçim yapabilmektir. Seçmek demek insanın önünde iki yol olması ve birine değil de ötekine sapması demektir. Aynı zamanda vazgeçmeyi bilmek anlamına da gelir.
Seçim yapabilmek; hele de bilinçli bir seçim yapabilmek bir süreçtir. Bu süreç insanın kendini akıntıya bırakmasından çok daha zordur.
Eğer önünüzde pek çok yol açılıp, siz hangisini seçeceğinizi bilmiyorsanız, herhangi birine girmek yerine, oturun ve bekleyin.
Çünkü doğru yönü bulmamıza yardım eden üç koşul vardır:
Hareketsizlik… Sabır… Sessizlik.
Çünkü seçim yapabilmek için çevremizdeki bütün gevezeliklerden, sıradan ve boş düşünme tarzlarından, birlikte yaşamanın getirdiği bir yerde olma zorunluluğu ve tarzdan sıyrılmak gereklidir. İnsanın özünün en derin noktasına inebilmesi ve dinlemeye koyulması gerekir. Sabır ve alçakgönüllülükle beklenmelidir. Çünkü derin vicdan sıkılgandır.
Vicdanınızın sesi, size doğru yolu gösterecektir.
Yolunuz açık olsun!..

Saygılarımla.

Nejat Gümüş

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.