Siyah – Beyaz Hayatlar, Gri Hayaller…

Bizim çocukluğumuzda siyah-beyaz filmler oynardı televizyonda. Çünkü televizyonumuz da siyah-beyazdı. Filmlerdeki karakterler de ya siyahtı, ya beyaz. İyilik ve kötülük öyle belirgindi ki, hemen iyilerin safında yer alırdık ve iyiler de bizi hiç yanıltmazdı. Hep dürüst, hep gururlu, hep namuslu, hep cömerttiler. Belgin Doruk mağrur, Türkan Şoray güzel, Hülya Koçyiğit içli, Fatma Girik yiğit, Filiz Akın şirindi. Ayhan Işık kuvvetli, Yılmaz Güney namuslu, Ediz Hun aşıktı. Babacan Hulusi Kentmen’imiz vardı bizim, zenginlerin iyi ve sevgi dolu olabileceğini o gösterdi bize. Nubar Terziyan hep şefkatliydi, Sami Hazinses hep garip… Cevat Kurtuluş saftı, Necdet Tosun hep aşçı… Kadir Savun hep iyiydi, Erol Taş hep kötü… Ayşecik öksüz, Ömercik yetimdi.
Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı. Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Hatta babamın bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki…
Biz çok renkli bir çocukluk yaşadık… Renk renk boyalarımız, rengarenk elbiselerimiz çok yoktu belki ama, renkli rüyalarımız, toz pembe hayallerimiz vardı.
Çok oyuncaklarımız da olmadı bizim… Ama çok oyunlarımız vardı. Çamurlu arsalar, yolu bozuk sokaklar bizimdi… Oyunlarımız dışarıdaydı, şimdiki gibi bilgisayardaki sanal oyunlar gibi değildi. Bazen bir topun peşinden koşar, bazen çember sürer, topaç çevirirdik. Ayakkabımız delinirdi, dizlerimiz kanar, pantolonumuz eskirdi. Toz içinde, çamur içinde oynayan kirli çocuklardık, ama yüreğimiz temizdi. Çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık. Annelerimiz bu durumu bildiklerinden bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik. Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Kısaca evine gidip gelen, elinde mutlaka yiyecekle dönerdi. Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.
Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi… Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı. Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile… Asla kanlı falan da bitmezdi!.. En fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık. Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık. Misket oynamaktan parmaklarımız kanar, yine de mikrop kapmazdık. Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik, ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.
Günlük oyun elbiselerimiz ile gezmelik elbiselerimiz ayrıydı bizim… Bu yüzden gezmelik elbiselerimizin kıymetini bilirdik. Bu yüzden bayramlık elbiselerimizi, ayakkabılarımızı yatağımızın başucunda tutar, hayal kurarak uyurduk.
Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür, “kolay gelsin” der, konuşurum. Onun dışında orada kim oturur, hiç bilmem. Evimizi kendimiz temizlerdik eskiden, güle oynaya biterdi işler.
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar dolu şehir…
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz…
Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Sinemalarımız da kirlendi. Baş kadın oyuncu entrikalar çeviriyor, paraya karşı zaafı var. Erkek oyuncu kardeşinin sevgilisine göz koyuyor. Kim iyi, kim kötü belli değil. Herkes her an her şeyi yapabilecek gibi oldu. Hayatımız gibi… Şehirlerimiz gibi… Bizim gibi!..
Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
Bizim çocukluğumuz başkaydı. İnsanları sever, eşyayı kullanırdık. Şimdi ise eşyayı seviyorlar, insanları kullanıyorlar.
Herkesin her şeyi var ama bir tane “dostum” diyeceği kimsesi yok. Kişi başına düşen gelir çoğaldı, ama kişi başına düşen yalnızlık daha da çoğaldı.
Şimdi hepimiz Ayşecik’iz, hepimiz Ömercik. Hepimiz öksüzüz, hepimiz yetim.

Nejat Gümüş

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.