Suskunluğum Asaletimdendir!...

Hani o filmlerde seyrettiğimiz, “birbirleriyle beslenip hiç büyümeyen insanlarız” belki de…

Suskunluk bir yerde başlar ama adı gibi sessizce gelmez hiç. Gürültülüdür gelişi. Kaygılı, korkulu, hazırlıklı, dikkatli, kesin! Ben her gelişinde o sevdiğim şarkıları söylüyorum bağıra çağıra… “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım”… Böylece gürültüyü bastırabileceğimi ya da en azından kendi sesimi daha iyi duyabileceğimi düşünüyorum. Bu tür beklenmedik zamanlarda insan biraz daha kendi içine dönüp, baş başa kalmak istiyor yalnızlığıyla. Yani yalnızlığını yalnız bırakamıyor bir türlü. Ya içe kapatan, ya dışa taşıran, ortalamayı asla beceremeyen kırılgan ruhumuzu da en çok aşk incitebiliyor galiba. Aşk da değil aslında; o bütünü oluşturan parçaların söz dinlemezliği ve ihaneti bizi vuran.

Mesela gideceği başka yeri olmayan birinin aitliği gibi sahiplik kurmuş üzerimize “tutku”, “alışkanlık” yaşamımızı tekdüzeleştirip yeniliklerden uzak tutmuş, “bağlanmak” elimizi kolumuzu bağlamış, “sevmek” desen tüm bu hisleri güçlendirerek bir “aşk imparatorluğu” kurmuş içimizde. Bizse kendi imparatorluğumuzda sözümüzü geçirememenin ezikliğini ve utancını bir an olsun duymadan “aşk”ın egemenliğine sığınmışız. Gönüllüyüz bu esirliğe, gururluyuz.

Sırası gelmişken, iyi mi, kötü mü hala çözemediğimiz bir de gururumuz var. Kazandıran, kaybettiren; hem kolayca geçilebilen, hem vazgeçilmezimiz olan gururumuz. İmparatorluğun sabit elemanı olmayan tek o var ruhumuzda. Bir de tamamıyla değişken sadakati saymazsak…

Ve “sadakat”. Konuşurken hepimiz birer sadakat timsaliyiz de, yaşarken de öyle miyiz? Geçmişe baktığımızda hangimizin yarı yolda bıraktığı insanlar yok ki!.. Hem de bazen bir hiç uğruna bile, zamansız yolcu ettiklerimiz, sonradan pişman olacağımızı bile bile gittiğine hiç üzülmemişiz gibi davrandığımız insanlar… Söylemediğimiz sevgilerimiz, aldattığımız duygularımız, başkası da kötü ama kendimizi aldatmalarımız.

Kim şimdi çıkıp da, “ben bunların hiçbirine karışmadım” diyebilir açık yüreklilikle? Diyen varsa, imparatorluğunun değişken elemanlarına dürüstlüğünü de katmak gerekir…

Suskunluk bir yerlerde başlar ama gelişi sessiz değildir hiç. Böyle gürültülü zamanlarda kendime sığınmalı, belki de biraz kendime kölelik etmeliyim diyorum ama cesaret edemiyorum. “Ben içime girsem, ya da içim dışıma çıkıp benle tanışsa, utancımızdan ne yapacağımızı şaşırırız” diye düşündüğümden bu kadar uzağım kendime…

Düşünürken, hissederken, konuşurken aklımıza ya da yüreğimize bir gün yeniden görünmek üzere, istem dışı kaydolan her şeyle yüzleşmek korkutuyor insanı belki de…

Tutku sahiplik kurmuş üzerimize, çek gelmiyor, it gitmiyor. Başına buyruk dolaşıyor damarlarımızda kan diye. Yani kanımız biraz alevli, biraz utanç dolu, bir o kadar da asil…

Bu asil kan içimizde dolanıyor durmadan. Bizi üzerine giymiş, duygularımıza sahip olmuş; üstelik her seferinde değişik maskelerle katılıyor hayatımıza. Biz de bu karışıklıkta ne zaman “asil”, ne zaman “avam”ı oynayacağımızı şaşırıyoruz genellikle.

Pişmanlıklarımızı, bizim en iyimser şekilde deneyimlerimiz dediğimiz hatalarımızı da işte bu önüne geçemediğimiz duygular oluşturuyor.

“Her an her şey olabilir” sloganıyla yaşayıp giderken, suskunluğu da yanımızda götürüyoruz her yere… “Aşık oldum”, suskunluk… “Aşk bitti”, suskunluk… “O gitti”, suskunluk..

En yakınımızda hep….

Neden tekrar tekrar yaşıyoruz bu sahneleri? Hiçbir eski, yeni başlangıçlar için tecrübe değil aşkta… Hatalarımızı, sonradan pişman olacağımızı bildiğimiz şeyleri; başımıza önceden geldiği halde, bile bile tekrar ettiğimiz ne var aşktan başka?

“Aşk”tan başka hiçbir şey yok elimizde aslında. Belki de bunu bildiğimizden onca sıkıntıya katlanmamız; kapıdan kovduğumuzu pencereleri açıp içeri almalarımız bu yüzden.

Bir gün kutsallaştırırken, az sonra lanetlemelerimiz de…

İşte tüm bu karşıt duyguları iç içe hissettiğimiz “aşk imparatorluğu”nda, iyi yaşamak için didinip duruyoruz. Her şeyi hak ettiğimizi düşünerek, hep daha iyinin, daha fazlanın peşinde koşarak. Çünkü insanız biz ve elindekiyle yetinmemek de bizlerin en büyük zaafıdır.

Hep en iyisi için savaşıyoruz ve kimse de “al bu da senin hakkın” demediğinden, en güzel aşk bahçelerinde en büyük savaş alanları yaratabiliyoruz bir anda. Birbirimizi kazanmak için girdiğimiz her savaşta, kendimizi biraz daha tükettiğimizi anladığımızda içimizdeki o gürültülü şehir, tüm ışıklarını söndürüp geceyi noktalamış oluyor. İyi geceler diliyor ayrılık…

Ve her şeyi suskunluğa uğurluyoruz.

Hani o seyrettiğimiz filmlerdeki gibi…

Saygılarımla.

Nejat Gümüş

İstanbul, 24 Haziran 2015

Kiltaş 'ın online kataloğunu incelemek ister misiniz ?

KİLTAŞ REFRAKTER MALZEME SAN. A.Ş.

Tel : 444 3 012 Tel : +90 212 332 30 20 Fax : +90 212 332 08 15
Fevzipaşa Mahallesi Yürek Sokak No:10 Değirmenköy/Silivri/İSTANBUL

KİLTAŞ Refrakter Malzeme San. A.Ş. 
Copyright 2020 Her Hakkı Saklıdır.