“Hayat ne fazla gülmek, ne de yasa girmektir / Geleneği çiğnemek, talihi devirmektir / Dünyayı parmağının ucunda çevirmektir / Yaşamak yatağından seller gibi taşmaktır.
İnsan ki gelir geçer, dünyada nefes gibi / Ne büyük ızdıraptır yaşamak herkes gibi / Yükseksen tatlı bir ses, olamaz bu ses gibi / Yaşamak kartal gibi göklerde dolaşmaktır.
Yaradan her mahluktan farklı yarattı bizi / Zaman bir avuç toprak yapsa da cismimizi / Kainat hayretlerle anmalı ismimizi / Yaşamak asırları bir hamlede aşmaktır.”
Büyük ozanımız Sabahattin Ali yaşamayı böyle yorumlamış…
……………………………………………………………………………………………………..
Geçmişten bu güne kadar sayılabilir bir süre nefes almış olmak mıdır yaşamak? Yoksa nefes alabildiğiniz süre içerisinde yapabildikleriniz midir?
Eğer hayata dair bir beklenti içerisindeyseniz cevabınız muhtemelen ikincisi olacaktır. Çünkü nefes alabildiğiniz süre içerisinde yapabildikleriniz kadar yapmayı tasarladıklarınız olacaktır. Herhangi bir şey tasarlamıyorsanız, zaten yaşam sizin için nefes alabildiğiniz zaman diliminden ibaret bir kavram olarak kalır. O zaman tekrar aynı soruyu soruyorum: Yaşamak nedir?
Eğer hayat bilinmeyene doğru hızla giden bir otomobilse, etrafından geçen görüntülerin arasından, mutlu bir yüz ya da sıcak bir bakışı yakalayabilmektir. Yok, ağır aksak giden bir trense yaşamak, tünelin sonundaki ışığı beklemektir; bazen sabırla, bazen bastırılamaz bir isyan duygusuyla.
Engin denizlerde zaman zaman süzülen, zaman zaman alabora olmaktan son anda kurtulan bir gemiyse yaşamak, bitmeyecek sanılan fırtınaları göğüslemek; ayakta kalma savaşı vermektir, fırtına sonrasındaki sakinliği yaşamak için.
Kocaman ormanda yalnız kalan bir ağaç olmaksa yaşamak, direnmektir soğuk kışların fırtınalı karlarına. Duymamaktır koca ormanın kulakları sağır eden gürültüsünü. Sırt çevirmektir tüm uğultularına dalların.
Ya da paylaşmaksa eğer yaşamak, sıcacık bir çıtır simidi ikiye böldüğünde, büyük parçasını uzatabilmektir karşındakine çekinmeden.
Sevmekse eğer yaşamak, sevmese de sevebilmektir, karşılık beklemeden, sevgiyi alışverişe dönüştürmeden.
Eğer bunların hiçbirini yapamıyorsanız, bitkisel bir hayattır yaşamak. Nefes alışverişini sağlayan fişlerin çekilmesinin beklendiği…
Düşünürlerin düşünürü Mevlana der ki, “Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur / Düşmem dersin düşersin / Şaşmam dersin şaşarsın / Öldüm der durur / Yine de yaşarsın.”
Yaşamak, fırsattır… Güzelliktir, mutluluktur… Yaşamak, meydan okunmasıdır sana, oyundur… Yaşamak, aşktır… Bilmecedir… Yaşamak, verilmiş bir sözdür… Yaşamak şanstır!..
“İnadına yaşamak” der kimi; hiç yaşamadım ki ben inadına. Hepsi kendim içindi. Kırılan kırıldı, kimi üzerine alındı küstü; anlam veremedim. Kimseyle kapanmamış hesabım olmadı ki benim… Ben anları hep böyle yaşıyorum işte, hep tutkuyla, pervasızca yaşıyorum… İki ucu açık mavi kalemle yazar gibi…
Nazım’ın dediği gibi, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine”…
Ya da yine Usta’nın dizeleriyle: “Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda / yahut kocaman gözlüklerin / beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin / hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için / hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken / hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde”…
Yaşamak, herkes size deli derken, hiç kimseyi umursamamaktır… Öleceğini bile bile gitmektir bir yere mesela, üzüleceğini bile bile sevmektir, sesinin kısılacağını bile bile bağıra bağıra şarkı söylemektir, güzel olmayacağını bile bile bir yemeği yapmaya kalkışmaktır… Özgür olmak ve sevmektir kısaca, yaşamak…
Gençliğimizin en çok okunan şairi Ümit Yaşar Oğuzcan’a göre ise, “Kimine çözülmeyen kördüğümdür yaşamak / Kimine yaşadıkça bir ölümdür yaşamak / Varoluşun gizine erenler için / Ölmezlik kitabında bir bölümdür yaşamak.”
Yaşamak yalnızlıktır biraz da… Aslında tam tersiyken yaşam başlı başına dönülüp de bakıldığında her şeyin yalnız atlatılması, yalnız göğüslenmesidir. Yaşamak ayakta kalmaktır… Yaşamak nereye bastığını bilmektir… Yaşamak boyun eğmemektir.
”Gecenin en karanlık anı şafağa en yakın olan andır” denir. En umutsuzluğa kapıldığınız, “ben yoruldum, vazgeçiyorum” dediğiniz vakitlerin peşinden, rahat soluklar alabileceğiniz zamanlar gelecektir. Pes etmez, ayaklarınızı sağlam basmaya, hayata tutunmaya devam ederseniz.
Umut verici gelişmeler bazen hiç ummadığınız bir teklif olarak çalar yılgın yüreğinizin kapısını, bazen de yıllardır hayal ettiğiniz bir şey gerçekleşir… Yeter ki yaşam denilen sahneyi terk etmemiş olun, “hâlâ buradayım, ben varım” deyin.
Halk aşığı da demiş ki: ”Yaşamak nedir ki can neye yarar / Hayatta emelin var olmayınca / Yuva ne demektir ev neye yarar / Evde güler yüzlü yar olmayınca”…
Yaşamak; gülmek, ağlamak, sevinmek, üzülmek, bağırmak, sakinleşmek, hasta olmak, mutlu olmak, sağlıklı olmak, stres yaşamak, antidepresan kullanmak, evlenmek, boşanmak, doğum yapmak, sevmek, aldatmak, aldatılmak, anlaşılmak, anlaşılamamak, uykusuzluk, okul, meslek, içmek, gezmek, eğlenmek, piknik yapmak, intihar etmek, ölmek, ölememek, yolda yürüyene kızmak, otobüs şoföründen azar işitmek, sinirlenmek ve yine de bunların hepsi geçip gittiğinde “ne güzel günlerdi” diyebilmektir.
Belki de yaşamak, size verilmiş bir kalem ile boş bir kağıda yazmak ve çizmektir…
Bana göre ise “yaşadım” diyebilmek için bir kere çok fazla şarkı, çok fazla şiir bilmek lazım… Sonra bağıra çağıra söyleyecek ses de lazım. E, gülümseyecek cesaret de lazım.
Yoksa sahiden zor zenaat!..
Saygılarımla.
Nejat Gümüş
İstanbul, 13 Şubat 2013